16 Mart 2007

Parkeoloji TAŞINDI !!!!!



Taşındık.. :)

"Arkeolojiye dair" artık

http://www.parkeoloji.com adresinde! Lütfen tıklayın..







10 Mart 2007

İstanbul Arkeoloji Müzesi


Osman Hamdi Bey’in 1891 yılında kurduğu ilk Türk müzesi ve 1 milyondan fazla eseriyle dünyanın en büyük müzelerinden biri olan Müze-i Hümayun’u, bugünkü adıyla İstanbul Arkeoloji Müzesi’ni yılda sadece 200 bin kişi ziyaret ediyor.
Gülhane Parkı’ndan Topkapı Sarayı’na doğru çıkan Osman Hamdi Bey Yokuşu’nda yer alan müze, Arkeoloji, Eski Şark Eserleri Müzesi ve Çinili Köşk olmak üzere üç ayrı bölümden oluşuyor.
19. yüzyıl sonlarında ünlü ressam-müzeci Osman Hamdi Bey tarafından Müze-i Hümayun-İmparatorluk Müzesi olarak kurulan ve 13 Haziran 1891’de hizmete açılan İstanbul Arkeoloji Müzesi, ilk Türk müzesi olmasının yanı sıra, dünyada müze olarak tasarlanmış ilk müze binası özelliğine de sahip bulunuyor.

Balkanlar, Afrika, Anadolu, Mezopotamya, Arap yarımadası ve Afganistan gibi Osmanlı sınırları içinde yer almış bölgelerden toplanan 1 milyona yakın eserle dünyanın önde gelen müzeleri arasında bulunan Arkeoloji Müzesi’nin ana binası Osman Hamdi Bey tarafından 1891’de mimar Alexadre Vallaury’ye inşa ettirildi.

1902 ile 1908’deki ilavelerle bugünkü durumuma getirilen müze ana binasının, müzede sergilenen İskender Lahdi ile Ağlayan Kadınlar Lahdi’nden esinlenilerek yapılmış olan dış cephesi, İstanbul’daki neo-klasik tarz yapıların en iyi örneklerinden biri olarak biliniyor.
İki katlı binanın üst katında, çeşitli dönem ve medeniyetlere ait küçük boyutlu taş eserler, çanak çömlekler, pişmiş toprak heykelcikler, Hazine Bölümü’nde yaklaşık 800 bin sikke, mühür, nişan, madalya ve sikke kalıpları ile 70 bin civarında kitaba sahip bir kütüphane yer alıyor.

Binanın alt kat salonlarında ise M.Ö. 4. yüzyıla ait olan ve dönemin günümüze kadar ulaşan en nadide eserlerinden biri kabul edilen İskender Lahdi, Ağlayan Kadınlar Lahdi, Satrap Lahdi, Lykia Lahdi, Tabnit Lahdi gibi Sayda kral mezarlarında bulunan ünlü lahitler, önemli antik kent ve bölgelerden gelen heykel ve kabartmaların yer aldığı Antik Çağ heykelciliği örnekleri bulunuyor.

Aynı katta Arkaik dönemden Bizans dönemine kadar olan heykel sanatı gelişimi de, kronolojik sıralama içinde en seçkin örnekleriyle veriliyor.

Ana binanın güneydoğu bitişiğinde yer alan 6 katlı ek binanın iki katında depo, dört katı ise sergileme salonu olarak kullanılırken, “Çağlarboyu İstanbul”, ‘Çağlarboyu Anadolu ve Troya” ile “Anadolu‘nun Çevre Kültürleri: Kıbrıs, Suriye-Filistin” sergileme salonları, Çocuk Müzesi ile mimari eserler ziyaretçi bekliyor.
1998’de ziyarete açılan Thrakia-Bithynia ve Bizans sergileme salonunda ise, “İstanbul’un Çevre Kültürleri” eserleri sergileniyor. 100. kuruluş yıl dönümü olan 1991 yılında alt kat salonlarında yapılan yeni düzenleme ve ek bina sergilemesi ile “Avrupa Konseyi Müze Ödülü” de alan müzenin, 1883 yılında Osman Hamdi Bey tarafından Sanayi-i Nefise (Güzel Sanatlar Okulu) olarak yaptırılan diğer binasında da Anadolu, Mezopotamya, Mısır ve Arap eserleri sergileniyor.

Müzenin bu bölümündeki ünik eserler arasında, Akad Kralı Naramsin’in steli, tarihteki ilk yazılı anlaşma olan Kadeş Antlaşması ve Zincirli heykeli ile 75 bin çivi yazılı belgenin korunduğu “Tablet Arşivi” yer alıyor.

Arkeoloji Müzesi’nin bir diğer bölümü olan ve Fatih Sultan Mehmet tarafından 1472 tarihinde yaptırılan, ayrıca İstanbul’daki en eski Osmanlı sivil mimarlık örneklerinden biri olarak gösterilen Çinili Köşk’te, Selçuklu ve Osmanlı dönemine ait yaklaşık 2 bin nadide çini ve seramik eser sergileniyor.
İstanbul Arkeoloji Müzeleri Müdürü İsmail Karamut, müzelerin, eğitim kuruluşları olduğunu ifade ederek, “Müzeler, aydınlanma yolunda önemli bir kilometre taşı, çağdaşlaşmanın en önemli unsurlarından biridir. Müzelerden geçmeyen toplum bana göre çağdaşlaşamaz” dedi.

Arkeoloji Müzesi’nin, dünyanın en önemli müzelerinden biri olmasına rağmen, Topkapı Sarayı ve Ayasofya Müzesi ile kıyaslandığında yeterli ilgiyi gördüğünün söylenemeyeceğini kaydeden Karamut, “2004 sonu itibarıyla müzelerimizi ziyaret edenlerin sayısı 117 bin civarındaydı. Kapalı bölümlerin de açılmasıyla bir artış sağlandı ve 200 bine yaklaştık. Bunların yüzde 50’den fazlası yerli turist ve çoğunluğu da zaten öğrencilerden ve kalan kısmı da yabancı turistlerden oluşuyor. Bu rakam, yılda ortalama 1 milyon ziyaretçi alan Topkapı Sarayı’nın çok çok altında. Bunun farklı nedenleri var. Ayasofya ve Topkapı popüler yerler, elbette onların ziyaretçisi fazla olacak ama bizim hedefimiz de o rakamları yakalamaktır” şeklinde konuştu.

Halkın arkeolojik eserlere karşı ilgisiz olduğunu ifade eden İsmail Karamut, müzenin halen kapalı olan ve onarımı devam eden bölümlerinin de bu yılın Mayıs ayında hizmete açılacağını bildirdi.
PAZARTESİ GÜNLERİ VE ÖĞRENCİLER İÇİN ÜCRETSİZ
Karamut, müzeye girişin “halk günü” olan pazartesi günleri ve öğrenciler için ücretsiz olduğunu vurgulayarak, “Halkımız Topkapı Sarayı’ndaki bir padişah kaftanına gösterdiği ilgiyi buradaki binlerce yıllık eserlere de göstermelidir. Belki de sorunun kaynağı budur. Halkımız İstanbul Arkeoloji Müzeleri’nde sergilenen eserleri belki de kendi kültüründen kabul etmediği için yeterli ilgiyi göstermiyor. Oysa Anadolu toprakları içerisinde yer almış bütün medeniyetler bizim mirasımızdır” dedi.

Müzelere ilgi uyandırmanın yolunun müzecilik sisteminin yenilenmesinden geçtiğini ifade eden İsmail Karamut, sözlerini “Şu anda devlet menşeli ve devletin kontrolünde bir müzeciliğimiz var. Bunu yapmalıyız, ama müzelerin en azından yarı özerk bir yapıya kavuşturulması, bağımsız olması gerektiğine inanıyorum. Geçtiğimiz yıllarda çıkartılan bir yasa ile bunun bir anlamda sağlanmasına çalışıldı. Yani müzelerin kendi geliriyle geçinen ve kendi kaynağını yaratan kurumlar olacağına inanıyorduk, fakat bu uygulamaya tam anlamıyla geçilemedi. Her şeyden önce yeterli uzman gerekiyor. Uzman sıkıntısı giderilerek müzelerin ekonomik bağımsızlığa kavuşturulması” şeklinde bitirdi.
http://www.ntv.com.tr 'den alınmıştır.



02 Mart 2007

Ben Laodikya'yım..


Sevgili hocam, Doç. Dr. Celal ŞİMŞEK'in, çok sevdiği ve kazı başkanı olduğu Laodikeia Antik Kenti'ne yazdığı, 3 Haziran 2006 tarihli bir şiir;


Bin yıllar içinden sana neler söylüyorum, bir bilsen.
Ben geçmişim, seni yönlendiren,
Algılayabiliyor musun beni?
Ben gümüş dizginli atlarıyla dolaşan tanrısal POLEMON’u,
Meclis binamda adalet dağıtan CİCERO’yu gördüm.
Odeon’umdan gelen o güzel ezgilerimi,
Sen de binyılların ötesinden,
Hissedebiliyor musun?
Ben dünyaya hükmeden Hadrian’ı,
Kardeşini katleden acımasız Caracalla’yı,
Diktatör Valens’i bile ağırladım,
Benim hoşgörüm engindir,
Anlıyor musun?
Ben Laodikya’yım…
Bin yıllardır dibinizde uyuyorum,
Ne filozoflar, ne mimarlar, ne yontucular, ne tüccarlar,
Ne güzeller benim bağrımda yaşadı.
Binlerce insanın mutluluğunu, üzüntüsünü paylaşan sır küpüyüm,
Anadolu’nun bir parçası olarak,
Uygarlığa hayat verdim.
Size fısıldıyorum, dostluğunuzu, sıcak sevginizi uzatın bana,
Ben size hep uzattım.
Ben Laodikya’yım…
Terk edilişimden 1300 yıl sonra seninle hayat buldum,
Bağrımı eşeledin, sevgimi uzattım sana,
Güzel Laodike’ye dokununca ne hissettin?
Ben dostum, ben bereketim, ben uygarlık,
Ben sanat, ben medeniyetim, ben başarıyım,
Ben modayım, ben tekstilim, ben bankayım, ben ışığım,
Ben şiirim, ben güzelliklerim,
Binyılların içinden sana uzanan.
Ben Laodikya’yım…
Binlerce yıldır talan edilmeme rağmen sana ulaşan elim,
Şimdi mutluyum, artık beni anlıyorsun,
Ben seni geçmişe bağlayan köprüyüm,
Üzerimden geçene hiç ihanet etmedim.
Sen de bana ihanet etme…
Ben Laodikya’yım…
Cehennem sıcağında beni gün yüzüne çıkarıyorsun,
Bakma şimdi dinleneceğin yeşil gölgem yok,
Ama senin duyguların, senin çaban, senin özverin, senin aşkın,
Tekrar filizlendirmeye, yaşatmaya başladı beni,
Hiç el uzanmamıştı bana, şimdi binlerce el uzanıyor,
Salbakos’un önünden…
Ben Laodikya’yım…
Neler yaşadım, ne aşklara kucak açtım,
Ne dertlere göğüs gerdim, ne acılar çektim,
Yine de binyıllardır sana elimi uzatıyorum,
Bana uzatılan elleri hiç boş bırakmadım,
Bana hep uzat elini.
Ben Laodikya’yım…
Binyılların içinden bana hayat verenleri,
Bana gönül verenleri, beni koruyanları,
Beni yaşatmak için finans verenleri taçlandırıyorum,
Benim taçlandırmam seni geleceğe taşır,
Tıpkı benim gibi.
Ben Laodikya’yım…
Artık mutluyum,
Beni artık anlıyorsun,
Ben ne söylesem az gelir sana,
Şimdi sıra sende…
Binlerce el uzanır bana Salbakos’un önünden,
“ver elini ver bana Laodikya”,
Sana kucağımı binlerce yıldır açtım,
Benim kucağımda fani olmanın çaresizliğini unutacaksın,
Seni yazıyorum unutulmamak üzere,
Çünkü ben Laodikya’yım…
İHANETİM ASLA OLMAZ…