26 Şubat 2007

Stonehenge'i İnşa Edenlerin Evleri Bulundu


Efsanevi Salisbury ovasının yakınındaki Durrington Walls bölgesinde yapılan kazılarda eski evler ortaya çıkarıldı. Bu da, bir Neolitik Dönem köyünü işaret ediyor.
Bulunan yerde yaşam izleri, M.Ö. 2600-2500 yıllarına ait. Bu da Stonehenge'in inşasıyla aynı döneme rastlar.
İnsanlar burayı mevsimlik olarak ritüel şölenler ve cenaze törenleri için kullanıyorlar gibi görünüyor. (Evlerdeki rastgele atılmış yiyecek kalıntılarının bulunması, mevsimlik kullanımı işaret eder.)
Bazı arkeologlara göre, Stonehenge'in tarihlenmesinde problemler olabilir; çünkü buradaki taşlar, çeşitli zamanlarda onarılmış.
Durrington'daki kazılarda toplam sekiz ev ortaya çıkarılmış. Uzmanlar toplam ev sayısının en az yüz olduğunu düşünüyorlar.
Evlerin her biri aşağı yukarı beş metrekare büyüklüğünde. Yapı malzemesi olarak ağaç ve kil kullanılmış, tam ortada bir ocak bulunuyor. Arkeologlar evlerin altında 4600 yıllık kalıntılar da bulmuşlar.

20 Şubat 2007

Pedasa Antik Kenti

Pedasa, Bodrum’un 4 km. kuzeyinde, Gökçeler denilen yerde, yarımadanın dağ dizilerinin sona erdiği vadi geçidindedir. Bitez’in (Ağaçlı köyü) yanı başındaki denize dökülen dereden kuzeye doğru gidildiğinde ulaşılan tepede kentin kalıntıları ile karşılaşılmaktadır.


Pedasa sözcüğüne M.Ö. 2000'lerde Luwi dilinde rastlanmaktadır. Prof. Dr. Bilge Umar, bu sözcüğün “suyu bol” anlamına geldiğine işaret etmiştir. Troas bölgesinde de aynı ismi taşıyan bir kent olduğu İliada destanından öğrenilmiştir. Herodotos bu kent ile ilgili bazı bilgiler vermiştir. Buna göre Pedasa’da Athena ile eş tutulan bir tanrıçaya ait mabetteki rahibelerin yüzlerinde sakal çıkması burada yaşayanların kötü bir olayla karşılaşacakları düşüncesini yerleştirmişti. Strabon, Pedasa’da Leleglerin yaşadığını, bunların kısa zamanda çoğalarak Myndos ile Bargylia’ya kadar uzanan toprakları ele geçirmekle yetinmeyip Pisidia’nın da büyük bir parçasını ele geçirdiklerini belirtir. Sonraki yıllarda Karia’lılarla birlikte Yunanistan seferine gittiklerinde orada kalarak yayılmışlar ve soyları da yok olmuştur. M.Ö. 547’de Persler Lydia krallığına son verdikten sonra Karia üzerine yürümüşler ve burada karşılarına Pedasa’lılar çıkmıştı. Üstün Perslere karşı sonunda Pedasa’lılar boyun eğmek zorunda kalmışlardı. Ayrıca M.Ö. 5.yy'da Pedasa’nın ismi Delos Deniz Birliğine ödenen katkı payları arasında geçmiştir. M.Ö. 4.yy'da Mausollos’un Karya'nın başkenti yapılan Halikarnassos’a göç etmeye zorladığı altı Leleg kentinden birisi de Pedasa olmuştur. Sonrasında Pedasa askeri bir kale olarak varlığını sürdürmüştür.

Pedasa, sur duvarları ile çevrili kulelerle takviye edilmiş tepede iç kalesi bulunan bir kent konumundadır. Dini bir merkez olan şehrin Athena Tapınağı sur duvarları dışındadır. Pedasa çevresinde büyük bir nekropol var ve burada gömülmek bölge halkı için bir onur sayılırdı.

Son yıllarda Prof. Dr. Adnan Diler başkanlığında Muğla Üniversitesi Arkeoloji Bölümü burada yüzey araştırmaları yapmakta ve çok önemli bilimsel değer taşıyan bulgular elde etmekteler.

Burada yapılan yüzey araştırmalarında bulunan çanak-çömlekler bu göçten sonra Pedasa’lıların bir süre daha kentlerini terk etmediğini göstermiştir. Pedasa’da yeterince arkeolojik bir araştırma yapılmamasına karşılık, buluntular kentin surlarla çevrili yuvarlak bir plân düzeni olduğunu göstermiştir. Bazı kalıntılar arazi konumundan ötürü kentin teras duvarlarıyla desteklendiğini, yamaçlarında Leleg mezarları ile çanak-çömlek parçaları bulunduğuna işaret etmektedir.

Pedasa Antik Kenti Arkeoloji ve Hobi Parkına Dönüşecek

M.Ö. 6. ve M.S. 11. yy. arasında tarihin en önemli ticaret ve kültür merkezlerinden biri olan Leleg uygarlığının izlerinin bulunduğu Antik Pedasa kentinin Arkeoloji ve Hobi Parkı olması için proje hazırlandı.

Yaklaşık 1.5 milyon dolara hayata geçirilecek olan projenin başlatılması için sivil toplum örgütleri ve Kültür ve Turizm Bakanlığı'yla temasa geçildiğini belirten Konacık Kalkındırma ve Kültürel Varlıklarını Koruma Derneği (Konkad) Başkanı Mehmet Melengeç, 11 yıldır, Pedasa Antik Kentini Kurtarma Kazıları Projesi'yle kentin büyük bir bölümünün gün ışığına çıkarıldığını bildirdi.
Melengeç, antik kentin daha iyi tanınması, korunması ve arkeoloji tutkunlarının atölye çalışması için hazırlanan hobi ve arkeoloji parkı projesinin hayata geçirilmesi için kurulacak komisyonun kısa zamanda çalışmalarına başlayacağını kaydetti.


Antik Pedasa Kenti Arkeloji ve Hobi Parkı Projesi için Kültür ve Turizm Bakanı Atilla Koç’tan destek istendiğini belirten Melengeç, “Projenin hayata geçmesi durumunda 40 dönümlük arazi üzerinde sosyolojik, doğal ve kültürel envanter çalışmaları, kazılarla ortaya çıkarılan yerleşim mekânlarının restorasyonu, ziyaretçilerin, tarih ve arkeoloji bölümü öğrencilerinin, arkeologların denetiminde Leleg, Karya uygarlıkları, Helenistik, Roma, Bizans, Osmanlı ve Türk kültür ve yaşamının tüm izlerini bir arada görebilmeleri sağlanacak” dedi.
Bölgede 5 yıldır kazı çalışmalarını sürdüren Pedasa Antik Kentini Kurtarma Kazıları Projesi Koordinatörü Prof. Dr. Adnan Diler ise projeyle önemli eserlerin gün ışığına çıkartılmasına devam edileceğini, bölgenin de dünya turizmine açılacağını vurguladı.
Konacık Belediye Başkanı Mehmet Tosun da alternatif turizme örnek model olacak bir kültür çalışmasını başlattıklarını belirterek projeye her türlü desteği vereceklerini açıkladı. Tosun, “4-5 proje sonunda bölgeye yüz binlerce turist akını olacağına inanıyoruz. Proje antik kentin korunmasını sağlayacağı gibi bölgeyi tüm dünyaya tanıtacak” dedi.


Kaynakça

http://akyaka.org

19 Şubat 2007

Müzeler İçin 2007 Projeleri

Bu yıl, 4 yeni müze açılacak, kapalı 15 müze yeniden faaliyete geçecek, 46 müzede geçen yıl uygulanmasına başlanan elektronik güvenlik sistemi öteki müzelerde de uygulanacak. 36 müzede tamamlanan envanter çıkarma ve sayım çalışmalarına bu yıl da devam edilecek. SSK, Emekli Sandığı ve Bağ-Kur mensuplarına müze girişlerinde yüzde 50 indirim uygulanacak.
Kültür Varlıkları ve Müzeler Genel Müdürü Orhan Düzgün, 2007 yılında, Bilecik Müzesi, Isparta Uluborlu Müzesi, Karabük Safranbolu Müzesi ve Osmaniye Kadirli Karatepe Müzesi olmak üzere 4 yeni müze açılacağını söyledi. Düzgün, Tokat, Diyarbakır, Elazığ, Van ve Samsun gibi 15 ilin onarım ve restorasyon nedeniyle kapalı olan müzelerinin de yıl içinde açılmasının hedeflendiğini bildirdi. Konya, Nevşehir, Kahramanmaraş, Adana, Gaziantep, Erzurum ve Sivas’taki 13 müzenin de “yeniden yapılandırılacağını” belirten Düzgün, eski tekniklerle teşhir edilen eserlerin teşhir ve tanziminin yenileneceğini ve sergileme mekanlarının tekrar düzenleneceğini kaydetti.
Müzelerde yaklaşık 3 milyon eser olduğunu belirten Düzgün, geçen yıl 46 müzeye elektronik güvenlik sistemi kurulduğunu veya yenilendiğini, kalan müzelerin güvenlik sistemlerini de yıl içinde yenilemeyi planladıklarını söyledi. Anadolu Medeniyetleri Müzesi’ndeki eserlerin dijital ortama aktarılması ve kontrolü amacıyla yaptıkları çalışmaları anlatan Düzgün, “Akıllı Kamera Sistemleri” adlı pilot proje uygulamasının başlatıldığını bildirdi. Orhan Düzgün, güvenlik hizmeti için 2005 yılında 118 olan personel sayısının 2006’da 316’ya çıkarıldığını kaydetti.
Orhan Düzgün, müzelerin 2006’daki ziyaretçi sayısının yaklaşık 16 milyon kişi olduğunu belirtti. Düzgün’ün verdiği bilgiye göre, 65 yaş üstü, üniversitelerin arkeoloji, sanat tarihi gibi ilgili bölümleri, öğrenci grupları ve basın mensupları için uygulanan indirimler genişletilecek. 1 Martta başlayacak uygulamayla, SSK, Emekli Sandığı ve Bağ-Kur mensupları ile emeklilere müze girişlerinde yüzde 50 indirim uygulanacak. “Müzelerin Gecesi” etkinlikleri ile halkın ücretsiz olarak müze ziyaret etmesi sağlanacak. Ayrıca, geçen yıl başlanan ve on ayda 160 bin kişinin müzeleri ziyaret etmesini sağlayan “Halk Günü” uygulamasına 2007’de de devam edilecek. Bu uygulama kapsamında müze ve örenyerlerine pazartesi günleri ücretsiz girilebilecek. Halk Günü uygulaması, Topkapı Sarayı’nda salı günleri yapılacak. Öğrenciler müzeleri ücretsiz gezmeye devam edecek.
Düzgün, hırsızlıkları engellemek ve müzeleri denetlemek için son bir yıldır genel sayım ve teftişe başladıklarını hatırlattı. Bakanlık müfettişleri nezaretindeki sayım komisyonlarının, 36 müzedeki çalışmasını tamamladığını belirten Düzgün, Aphrodisias Müzesi’nden çalınan sikkelere değinerek, “Müzenin kurulduğu 1979 yılından beri, ilk defa biz teftiş yapmışız. Teftiş sonucunda ortaya çıktı” dedi.
TÜRKİYE’DEKİ KÜLTÜR VARLIKLARI VE KAÇAKÇILIK
Türkiye’de şu anda bakanlığa bağlı müzelerde yaklaşık 2 milyon 815 bin 470 taşınabilir eser bulunuyor. Bu eserlerin yarısını sikkeler oluşturuyor. Sikke sayısının yaklaşık 1 milyon 658 bin 275 adet olduğu belirtiliyor. Bunun yanında, müzelerde 688 bin 32 arkeolojik eser, 290 bin 573 etnografik eser ile 118 bin tablet, 24 bin 885 el yazması, 23 bin 894 mühür ve mühür baskısı, 11 bin 281 arşiv vesikası ve 525 adet “diğer” kategorisine giren eser yer alıyor. Müzelere, kazılar sonucu veya satın alma yoluyla yıllık ortalama 25 bin eser kazandırılıyor. Bu arada, 2004 yılında 793 olan kaçak kazı ve kültür varlığı kaçakçılığı sayısının 2005’te 699’a, 2006’da 358’e düştüğü belirtildi. Ayrıca, müze ve örenyerlerindeki kaçakçılık sayısının da, 2004 yılında 9, 2005 yılında 10 iken, 2006’da 5’e düştüğü kaydedildi.
http://www.ntv.com.tr 'den alıntıdır.

14 Şubat 2007

Dünyanın En Eski Aşk Şiiri

Dünyanın ilk aşk şiiri 1889'da Bağdat'ın 150 km uzağındaki Sümer kenti Nippur'da bulunmuş 4 bin yıllık bir tablet üzerindeki şiirdir. ABD'li sümerolog Samuel Noah Kramer tarafından 55 yıl önce okunan tableti Türkçe'ye Muazzez İlmiye Çığ çevirdi. Günümüzde İstanbul Arkeoloji Müzesi'nde sergilenmektedir.

Sümer inancına göre, toprağın bereketini ve verimli olmasını sağlamak amacıyla, Kral'ın yılda bir kez Bereket ve Aşk Tanrıçası Ellil yerine bir rahibe ile evlenmesi kutsal bir görevdi. Bu şiir büyük bir olasılıkla Kral Şusin için seçilmiş bir gelin tarafından yeni yıl bayramını kutlama töreninde söylenmek üzere kaleme alınmıştı ve ziyafetlerde, şölenlerde müzik, şarkı ve dans eşliğinde söyleniyordu.

İşte dünyanın ilk aşk şiiri;

Damadım, kalbimin sevgilisi.
Güzelliğin büyüktür baldan tatlı.
Aslan, kalbimin kıymetlisi.
Güzelliğin büyüktür baldan tatlı.
Benim değerli okşayışlarım baldan tatlıdır.
Yatak odasında bal doludur.
Güzelliğinle zevklenelim.
Aslan seni okşayayım.
Benim değerli okşayışlarım baldan tatlıdır.
Damadım benden zevk aldın.
Annem söyle sana güzel şeyler verecektir.
Babam, sana hediyeler verecektir.
Sen beni sevdiğin için.
Lütfet bana okşayışlarını.
Benim Tanrım, benim koruyucum.
Tanrı Ellil’in kalbini memnun eden Şusin’im.
Lütfet bana okşayışlarını ...


Kaynakça

İlk Sevgililer Günü Kartı


Dünyanın ilk Sevgililer Günü Kartı’nın mucidi, 1800’lü yıllarda Amerika’da yaşayan Esther Howland...

Dünyanın en eski sevgililer günü kartı 1790'da Amerikalı Esther Howland'ın yolladığı karttır. El yapımı kartın dış yüzeyinde bir şiir yer alıyor. Üzerine kalp şekli boyanmış kartın içini açınca da Esther Howland'ın sevgilisine yazdığı aşk dolu bir mesaj okunuyor. Kart bugün Londra'daki İngiltere Posta Müzesi'nde sergileniyor.
19. yüzyılda ortaya çıkan bu kartlar, giderek şekil değiştirdi ve günümüzde de internete taşındı. “Sevgililer Günü”, dünyanın çeşitli ülkelerinde farklı geleneklerle kutlanıyor. Geçmişteki Sevgililer Günü adetleri, kalp şeklinde çikolatayı bir pakete sarıp sevgilisine vermekten çok daha yaratıcıydı. Romalılar döneminde yapılan bir festivalde kadınlar aşk mektupları yazar ve bunları bir vazoya koyardı. Romalı erkekler de bu mektupların üzerine isimlerini not düşer ve böylece çiftler birbirine aşklarını ilan ederlerdi. “Lupercalia” adı verilen ve Sevgililer Günü’nün atası sayılabilecek festivalde de sokaklarda çırılçıplak koşmaya kadar çılgınlıklara varılınca bu festival yasaklandı.
Kaynakça
Posta Gazetesi, 14 Şubat 2007

12 Şubat 2007

Priene Gymnasionları



GYMNASİON

Gymnasion, başlangıcı M. Ö. 6. yy’a tarihlenen antik Yunanistan’da halkın soyunarak beden eğitimi yaptığı yerdir. Gymnasionlar, 4. yy’a kadar şehir dışında, koruluklarda ve dere kenarlarında, spor ve askeri talimlerin yapıldığı geniş alanlardı. 4. yy’da okul şekline girmiş ve bu sebeple şehir içine alınarak mimari bir karakter kazanmışlardır.
Her Hellen kentinin kendi gymnasionu vardı. Pausanias (x. 4. 1) ‘ın bildirdiği üzere, gymnasion, agora gibi, polisi tamamlayan ögelerden biriydi. Büyük kentlerde bir palaestranın yanı sıra, iki ya da daha çok gymnasion vardı.
Eski gymnasionlar parka benzer, geniş yerleri kaplardı. Ancak sur içinde, dahası Sikyon ve Elis’tekiler gibi kentin tam ortasında da eski gymnasionlara rastlıyoruz.
İlk gymnasionların biçimleri konusunda bilgimiz azdır. Fougeres, gymnasionun tarihini dört döneme ayırır:
*İlk dönemde bir dramostan, yani bir koşu yolundan ya da bir spor alanından öte bir şey yoktur,
*İkinci dönem Arkaik Çağ’dır.;
*Üçüncüsü 4.yy ile Hellenistik Çağ;
*Dördüncüsü ise, Roma Çağı’dır.
Gymnasionun iyice gelişmiş mimari biçimi oldukça geç tarihlere ilişkindir.


GYMNASİON'UN BÖLÜMLERİ


Palestra: Açık avlu. Egzersiz ve spor faaliyetlerinin yapıldığı yer.
Korykeion : Boksörler için düzenlenmiş, onların kum torbalarıyla çalışma yaptıkları bölüm.
Konisterion : Güreşçilerin antrenman yaptıkları yer.
Eleithesion : Güreşçilerin yağlandıkları bölüm.
Ephebeion : Derslerin veya kültürel eğitimin verildiği yer; sınıf.
Loutron : Duş ve yıkanma yeri.

PRİENE


Priene dik yamaca uygulanmış ızgara planlı şehirlerin en iyi bilinen örneğidir.
İlk Priene şehri Büyük Menderes ağzı yakınlarında, bugün tespiti mümkün olmayan bir yerde idi.
Menderes’in taşması ve birikintiler sürüklemesi sonucunda terk edildiği düşünülüyor.
4.yy’ ın ortalarında Mikale dağının güney yamacına, Menderes ovasına kademe kademe inen dört set üzerine yeniden kurulmuştur.
Doğu- batı yönlü 7 düz, kuzey- güney yönlü 15 dik ve merdivenli sokağı vardı.
Şehrin içinde yalnız agoranın kuzeyinden geçen ana cadde (7.36m) arabaların geçmesine elverişliydi.
Agoranın şehrin her tarafı ile bağlantısı vardı. 72 basamaklı bir merdivenle üst setteki Athena Polias tapınağına çıkılıyor, başka bir sokakla şehrin en yukarısındaki tiyatroya gidiliyor, batıdaki bir sokaktan da şehrin en aşağısındaki gymnasion ile stadiona ulaşılıyordu.
Büyük mimari hacimler değişik düzeylere dağılarak ızgara planının yeknesaklığı hafifletilmiş oluyordu.
Plana agoranın üstündeki Athena Tapınağı hakimdi. Tiyatro ve gymnasion gibi büyük kitleler şehrin en üst ve en alt setine yerleştirilmişti. Şehrin iki gymnasionu vardı. Üst yamaçta konut sahası dışında Demeter Tapınağı vardı.
Şehrin etrafı testerevari , zigzagsı bir surla çevrilmişti. Şehrin gerisinde 381m yüksekliğindeki kayalık tepe, kale olarak, sur içine alınmıştı. Surlar şehrin şekline uymadan stratejik noktaları izliyordu.


Yukarı Gymnasion


Bu gymnasion ilk evresinde batı tarafta, büyük ihtimalle insula sınırını gözetiyor, güneyde ise Athena Caddesi’ne kadar uzanıyordu. Hellenistik Dönem’deki girişi, insulanın doğu kenarının hemen hemen ortasında yer alıyordu.
Yapının merkezi kareye yakın sütunlu bir avlu idi. Avluyu çevreleyen galerilere doğuda bir odalar sırası bağlanmıştı. Avlunun güneydoğu köşesinde duran yarım daire şeklindeki eksedra da Hellenistik Dönem’e ait olmalıdır.
İmparatorluk Dönemi’nde gymnasiona giriş Athena Caddesi'nden sağlanıyordu. Bu giriş yapının güneybatı köşesinde, batıdaki oda sırasının hizasında bulunuyordu.


Odalar ve gymnasionun girişi bouleuterionun batısından başlayan ve bir zamanlar agorayla tiyatro arasında bağlantıyı sağlayan, ancak hamam binası tarafından kesintiye uğramış olan sokağın tam üstüne inşa edilmişti.
Bu dönemde gymnasion imparatorluk kültüne ait bir yer işlevini de görüyordu.



Aşağı Gymnasion


Aşağı Gymnasion şehir merkezinden uzakta, şehrin güney kenarında, surun hemen içerisinde bulunur. Gymnasion kuzey ve batı duvarları itibariyle hemen hemen şehrin ızgara plânına adapte edilmiş olmasıyla şehrin yön sistemi ile uyum içerisindedir. Gymnasionun kuzey tarafı da ana kayadan kazanılmıştır.
Doğu duvarındaki kapıdan içeri girildiğinde kare şeklinde bir peristylin kuzeydoğu köşesine ulaşılır. Peristylin galerileri Dor düzeninde inşa edilmiştir. Güney ve doğuda yalnızca galeriler varken, batıda galeriye ayrıca birkaç oda açılır.

Kuzeydeki galerinin, ince, uzun avlusuna ve gymnasionun kuzeydeki ana mekânlarına ulaşmayı sağlayan bir geçiş yeri olması itibariyle özel bir işlevi vardı.
Bu işlev mimari açıdan, her bir sütun ekseninde diğer sütun eksenine kadar dört yerine üç triglyph-metopun olmasıydı.
Bukranionlarla taşınan girland frizine ait blok taşlar, aşağı gymnasionun duvar saçağına aittir.
Bir yazıta göre, iki kare mekan tarafından sınırlanan orta mekan 'epheboslar eksedrası’ olarak anılmaktaydı. Bu da Vitruvius’un bahsettiği ephebeion olmalıdır.
Ephebeion’un anıtsal ön cephesi, küçük Asia-İon tarzı başlıklı ante payeleri arasında, alt kısımları yivsiz, İon düzeninde iki yüksek sütuna sahipti.
Mekanın iç tarafında, kesme taştan mermer düz duvarlar boyunca oturma basamakları uzanıyordu. 3.35 m yüksekliğindeki duvarlar yukarıda bir kornişle bitiyordu. Kornişin üzerinde 3 metreden yüksek olan yarım sütunlu ve eksiksiz saçaklığıyla bir cephe kaplaması bulunuyordu. Bu parçalar konglomera taşlardan yapılmıştı. Bu kaya cinsi buradaki ana kayayla aynıdır.
Korinth başlıklarının ana şemasına benzer çanak formlu başlıklardan anlaşıldığı üzere, mimari elemanların üzeri, bütün detayların ince ince işlendiği bir stuco ile kaplıydı. Buradaki cephe kaplaması evlerin andronlarında taklit edilen stucoların taştan yapılma anıtsal örneğidir.

Ana yapının batı bitiminde çok iyi korunmuş durumda bir
yıkanma mekanı vardı.
Arka duvarında yer alan lavabolara, üzerindeki sima benzeri oluklu bir kısımda yer alan aslan başlarından devamlı su akmaktaydı.
Su, zemin harcının içine diklemesine yerleştirilmiş küçük taşlardan oluşan su geçirmeyen bir taban üzerinden, odanın güneyinde yere gömülmüş iki su teknesine doğru akıyor, oradan da üç akaç yardımıyla mekanın dışına çıkarılıyordu.
Su tekneleri, güney duvarın iç tarafına yerleştirilmiş sıralara oturanların ayaklarını yıkamaları için kullanılmış olabilir.

Işık avlusunun güneyinde, iki dikmeli küçük bir eksedra, batı galerinin koridoruna açılır. Burada da duvarlar boyunca aynen epheboslar eksedrasındaki gibi oturma sıraları vardı. Bu nedenle burası da bir derslik olmalıdır. Hemen güneyinde merdivenli sokağa açılan, batı galeriye entegre edilmiş, oldukça kötü durumda bir propylon yer alır.
Gymnasionun yapımının M. Ö. 2.yy’ın ikinci yarısı boyunca süren uzunca bir zaman aldığı ortadadır.


Kaynakça


RUMSCHEID, Frank, Priene Rehberi: Küçük Asya’nın Pompeisi, 2000.

BEAN, George E., Eskiçağ'da Ege Bölgesi, 1997.

08 Şubat 2007

5 Bin Yıllık Aşk

Ölüm 5 Bin Yıldır Ayıramadı
İtalya'daki kazılarda birbirlerine sarılmış olarak bulunan iskeletler arkeologları şaşırttı.


İtalya'nın kuzeyindeki Valdaro bölgesinde yapılan arkeolojik kazılarda, birbirine sarılmış bir çiftin 5 bin yıllık iskeletleri bulundu. Arkeologların 'Valdaro âşıkları' adını taktıkları iskeletlerin genç yaşta ölen bir adamla, ruhuna eşlik etmesi için öldürülerek onunla gömülen eşine ait olduğu tahmin ediliyor. Adamın belkemiğinde bir ok, kadının yanında da bir ok başı bulundu.
Kazı ekibinin lideri Elena Menotti, daha önceki kazılarda çok sayıda birbirine sarılmış anne - çocuk iskeletine rastladıklarını ancak ilk kez birbirine sarılmış bir çiftin iskeletini bulduklarını söyledi. Menotti, "Bu bulgu beni çok heyecanlandırdı. Tüm İtalya'da çok sayıda kazıya katıldım, ancak hiçbiri beni bu kadar heyecanlandırmamıştı" dedi.

06 Şubat 2007

1600 Yıllık Mezar Odası'na İhanet

İstanbul Silivrikapı'da, surların arasında bulunan Bizans hipojesi(mezar odası) yıkılma tehlikesi yaşıyor. Hipoje 1988 yılında, surların restorasyonu sırasında, 37. Kule'nin güneyinde Prof. Dr. Ümit Serdaroğlu tarafından bulunmuş ve M.S. 4. yüzyıla tarihlenmişti.

1989 yılında büyükşehir belediyesi tarafından restore edilen hipoje, zaman içinde büyük bir tahribata sahne oldu. Hırsızlar, 1993 yılında duvarı üç kez delerek iç mekânı kaplayan mermer kabartmaları dışarı çıkardılar. Sökülme sırasında kırılan kabartmalar daha sonra mali polis tarafından Gaziosmanpaşa'da ele geçirildi ve İstanbul Arkeoloji Müzeleri'ne teslim edildi. Kabartmalar birleştirildi, kalıpları çıkarılarak kopyaları mezardaki yerlerine yerleştirildi. Yine mezardaki freskolar(duvar resimleri) restore edilerek koruma altına alındı.
Yetkililerin Silivrikapı Hipojesi'ne ilgisizliği 1999 yılında haber konusu olmuştu. Bugün hayatta olmayan Prof. Dr. Ümit Serdaroğlu o dönemde yaptığı açıklamada 'Bu mezar 4. yüzyıldan günümüze kalabilmiş, yapı tipi itibarıyla ender eserlerden biri. Biz kapısını açtığımızda yüzyıllardır içeriye kimse girmemişti. İskeletler, lahitler, kabartmalar, her şey yerli yerindeydi' demiş ve mezarın korunmasının sorumluluğunun Büyükşehir Belediyesine ait olduğunu söylemiş.
İstanbul Arkeoloji Müzeleri Müdür Yardımcısı Zeynep Kızıltan, Silivkapı Hipojesi'ni koruma sorumluluğunun kanun gereği Büyükşehir Belediyesinde olduğunu ancak kendilerine başvurulduğu takdirde uzman desteği verebileceklerini söylüyor. İÜ Öğretim Üyesi ve Bizans Sanatı uzmanı Doç. Dr. Engin Akyürek, korumanın eseri günyüzüne çıkarmaktan bile önemli olduğunu söylüyor: 'Çünkü gelecek kuşaklar onu anlayıp, sizden daha iyi koruyabilir' diyor.

Haber, http://www.kesfetmekicinbak.com/ 'dan alınmıştır.
---

İstanbul'un göbeğinde bir tarih daha yok oluyor yavaş yavaş.. Bu ilk değil ama her defasında son olsun duasını etmekten sıkıldım artık.. Bir eseri ortaya çıkarmak beraberinde bir sürü sorumluluk getirir. Başta o eseri korumak, anlamak, anlatmak gerekir ki araştırma yapmanın bir anlamı olsun.. Biz tarihi bakımdan bu kadar zengin bir ülkeyken, neden daha fazla önem vermiyoruz sahip olduğumuz kültürel mirasa? Peki biz bu kültürel birikimi neden yeterince tanıtamıyoruz kendi insanımıza bile?
Üç beş başı boş, 1600 yıldan bu yana gelebilmiş tarihi bir mirasın içinde ateş yakarken, bilmeliyiz ki, ateş değildir yanan, kültürümüzdür, zenginliğimizdir..

01 Şubat 2007

Dülük


Gaziantep’in 10 kilometre kuzeyindeki Dülük köyünde bulunan Dülük Antik Kenti’nde, 600 bin yıl öncesine ait kalıntılar bulunuyor.
Dülük’te yaşayanların çakmaktaşı işlemeciliği yaptıklarına ilişkin bilgi ve bulgulara dayanılarak, bu yörenin Anadolu’da sanayiye ve teknolojiye beşiklik ettiği ifade ediliyor. Gaziantep Arkeoloji Müzesi Müdür Vekili Fatma Bulgan, 600 bin yıl öncesine tarihlenen kalıntılar elde edilen Dülük Antik Kenti’nin, kazı, çevre düzenleme ve tanıtım çalışmaları sonrasında Gaziantep ve bölgede turizmin gelişmesine önemli katkı yapacağını söyledi. Paleolitik çağdan bu yana insan yerleşimine uğrayan ve değişik dinlerin merkezi olan Dülük Antik Kenti’ne, Gaziantep’e gelen yerli ya da yabancı turistlerin hak ettiği ilgiyi göstermediğini kaydeden Bulgan, geçmişten bu yana bilimsel kazılar yapılan ve önemli kalıntılar ortaya çıkarılan Dülük Antik Kenti’ni de her yıl daha fazla yerli ve yabancı turist ağırladığımız mekanlarımız arasına katmaya çalışmalıyız” dedi.

Dülük Antik Kenti, paleolitik dönemden günümüze kadar iskan görmüş önemli merkezler arasında. Arkeolog Prof. Dr. Enver Bostancı’nın yaptığı araştırma sonuçlarına göre, Türkiye’de Paleolitik devre ait buluntular (fosil ve ok uçları) ilk kez burada ele geçti. Yörede bulunan ve bugünkü adı Şarklı Mağara olan mağaranın duvarlarında ilk kez sayı sistemi kullanıldı.



Dülük, M.Ö 1525 yılında Hitit Kralı 1. Hattuşili tarafından işgal edilerek, askeri üs olarak kullanıldı. Mustafa Güzelhan, ‘Ayıntap Tarihinden Notlar’ konulu araştırmasında, Dülük’ün, Hitit İmparatorluğu’nun parçalanması sonrasında kurulan Geç Hitit Krallıkları’ndan biri olan ve Asurlular’ın ortadan kaldırdığı Gummuhi Krallığı’na bir süre başkentlik yaptığını belirtiyor.Dülük’e sonraki yıllarda sırasıyla Asurlular, Persler, Büyük İskender, Selevkoslar, Romalılar, Ermeniler, Haçlılar ve Müslüman Türkler hakim oldu.Dülük, bugünkü Gaziantep’in kurulmasıyla beraber önemini kaybetti.
Dülük Antik Kenti’nde, 500-600 bin yıl öncesine tarihlenen kalıntılar bulundu.Dülük’te yaşayanların çakmaktaşı işlemeciliği yaptıklarına ilişkin bilgi ve bulgulara dayanılarak, bu yörenin Anadolu’da sanayiye ve teknolojiye beşiklik ettiği ifade ediliyor. Antik Kent’ten günümüze ‘Şarklı Mağara’ ya da ‘Keber Mağarası’ gibi adlarla anılan ve kutsal tapınak olduğu düşünülen mağara ile taş ocağı, sarayın temel izleri ve çok sayıda kaya mezar ulaştı.

DELİCHONES KÜLTÜ’NÜN KÂBESİ
Bazı yabancı araştırmacılar, Kommagene bölgesinde filizlenen ve Antik Dönem’de büyük bir inanç olarak ortaya çıkan Jüpiter Delichones Kültü’nün bu bölgeden Anadolu’ya ve zamanla tüm dünyaya yayıldığını, Delichone Kültü’nün Kâbe’sinin bugünkü Dülük olduğunu ifade ediyor. Dülük’teki Zeus (Jüpiter) Dolichenus Tapınağı Roma Dönemi’ne ait en eski inanç merkezi.Zaman içerisinde, Hititlerin, Teşup Delichones (baştanrı Teşup’un kutsal şehri), Grekler’in Teşup’u Zeus’la özdeşleştirerek Zeus Delichones (Zeus’un kutsal şehri) olarak tanımladıkları Dülük’ün, Hitit inançlarının isim değiştirerek tüm dünyaya yayılmasına kaynaklık ettiği savunuluyor.
Dülük; Teşup, Zeus ve Jüpiter Dolichenus inançlarının kült merkezidir. Burada Hitit imparatorluk döneminde (M.Ö. 2.bin) gök ve fırtına tanrısı Teşup’un tapınağı mevcuttu. Teşup sol elinde şimşek demetiyle, sağ elinde çift ağızlı baltayla boğa üstünde durur halde taş üzerine kabartmaları işlenmiş, bronz heykelcikleri yapılmıştır. Hellenistik ve Roma döneminde Teşup’un işlevi aynı, fakat sadece adı Zeus ve Jüpiter olarak değişmiştir. Roma’lı askerler tarafından Jüpiter Dolichenos kültü sevilip büyük saygı görmüştür. Kendilerine güç versin diye, Jüpiter Dolichenus’un küçük heykelciklerini kolye olarak boyunlarına takan askerler, bu dini Roma’ya kadar yaymışlardır. Dülük’de Mitra inancı da mevcuttu. Dünya’da bilinen yer altına inşa edilen Mitras tapınaklarının (Mithraeum) en büyüğü, Dülük’te Keber tepesinin güney eteğinde bulunmuştur. İki salonludur. Yeraltı Tapınağının mihrabı konumundaki merkezi nişte Tauroktoni adı verilen boğa öldürme sahnesi kabartma halinde işlenmiştir.

Kaynakça