16 Mart 2007
10 Mart 2007
İstanbul Arkeoloji Müzesi
Balkanlar, Afrika, Anadolu, Mezopotamya, Arap yarımadası ve Afganistan gibi Osmanlı sınırları içinde yer almış bölgelerden toplanan 1 milyona yakın eserle dünyanın önde gelen müzeleri arasında bulunan Arkeoloji Müzesi’nin ana binası Osman Hamdi Bey tarafından 1891’de mimar Alexadre Vallaury’ye inşa ettirildi.
1902 ile 1908’deki ilavelerle bugünkü durumuma getirilen müze ana binasının, müzede sergilenen İskender Lahdi ile Ağlayan Kadınlar Lahdi’nden esinlenilerek yapılmış olan dış cephesi, İstanbul’daki neo-klasik tarz yapıların en iyi örneklerinden biri olarak biliniyor.
Binanın alt kat salonlarında ise M.Ö. 4. yüzyıla ait olan ve dönemin günümüze kadar ulaşan en nadide eserlerinden biri kabul edilen İskender Lahdi, Ağlayan Kadınlar Lahdi, Satrap Lahdi, Lykia Lahdi, Tabnit Lahdi gibi Sayda kral mezarlarında bulunan ünlü lahitler, önemli antik kent ve bölgelerden gelen heykel ve kabartmaların yer aldığı Antik Çağ heykelciliği örnekleri bulunuyor.
Aynı katta Arkaik dönemden Bizans dönemine kadar olan heykel sanatı gelişimi de, kronolojik sıralama içinde en seçkin örnekleriyle veriliyor.
Ana binanın güneydoğu bitişiğinde yer alan 6 katlı ek binanın iki katında depo, dört katı ise sergileme salonu olarak kullanılırken, “Çağlarboyu İstanbul”, ‘Çağlarboyu Anadolu ve Troya” ile “Anadolu‘nun Çevre Kültürleri: Kıbrıs, Suriye-Filistin” sergileme salonları, Çocuk Müzesi ile mimari eserler ziyaretçi bekliyor.
Müzenin bu bölümündeki ünik eserler arasında, Akad Kralı Naramsin’in steli, tarihteki ilk yazılı anlaşma olan Kadeş Antlaşması ve Zincirli heykeli ile 75 bin çivi yazılı belgenin korunduğu “Tablet Arşivi” yer alıyor.
Arkeoloji Müzesi’nin bir diğer bölümü olan ve Fatih Sultan Mehmet tarafından 1472 tarihinde yaptırılan, ayrıca İstanbul’daki en eski Osmanlı sivil mimarlık örneklerinden biri olarak gösterilen Çinili Köşk’te, Selçuklu ve Osmanlı dönemine ait yaklaşık 2 bin nadide çini ve seramik eser sergileniyor.
Arkeoloji Müzesi’nin, dünyanın en önemli müzelerinden biri olmasına rağmen, Topkapı Sarayı ve Ayasofya Müzesi ile kıyaslandığında yeterli ilgiyi gördüğünün söylenemeyeceğini kaydeden Karamut, “2004 sonu itibarıyla müzelerimizi ziyaret edenlerin sayısı 117 bin civarındaydı. Kapalı bölümlerin de açılmasıyla bir artış sağlandı ve 200 bine yaklaştık. Bunların yüzde 50’den fazlası yerli turist ve çoğunluğu da zaten öğrencilerden ve kalan kısmı da yabancı turistlerden oluşuyor. Bu rakam, yılda ortalama 1 milyon ziyaretçi alan Topkapı Sarayı’nın çok çok altında. Bunun farklı nedenleri var. Ayasofya ve Topkapı popüler yerler, elbette onların ziyaretçisi fazla olacak ama bizim hedefimiz de o rakamları yakalamaktır” şeklinde konuştu.
Halkın arkeolojik eserlere karşı ilgisiz olduğunu ifade eden İsmail Karamut, müzenin halen kapalı olan ve onarımı devam eden bölümlerinin de bu yılın Mayıs ayında hizmete açılacağını bildirdi.
Müzelere ilgi uyandırmanın yolunun müzecilik sisteminin yenilenmesinden geçtiğini ifade eden İsmail Karamut, sözlerini “Şu anda devlet menşeli ve devletin kontrolünde bir müzeciliğimiz var. Bunu yapmalıyız, ama müzelerin en azından yarı özerk bir yapıya kavuşturulması, bağımsız olması gerektiğine inanıyorum. Geçtiğimiz yıllarda çıkartılan bir yasa ile bunun bir anlamda sağlanmasına çalışıldı. Yani müzelerin kendi geliriyle geçinen ve kendi kaynağını yaratan kurumlar olacağına inanıyorduk, fakat bu uygulamaya tam anlamıyla geçilemedi. Her şeyden önce yeterli uzman gerekiyor. Uzman sıkıntısı giderilerek müzelerin ekonomik bağımsızlığa kavuşturulması” şeklinde bitirdi.
Yazar: parkeolog 4 Yorum
02 Mart 2007
Ben Laodikya'yım..
Yazar: parkeolog 0 Yorum
26 Şubat 2007
Stonehenge'i İnşa Edenlerin Evleri Bulundu
Efsanevi Salisbury ovasının yakınındaki Durrington Walls bölgesinde yapılan kazılarda eski evler ortaya çıkarıldı. Bu da, bir Neolitik Dönem köyünü işaret ediyor.
Bulunan yerde yaşam izleri, M.Ö. 2600-2500 yıllarına ait. Bu da Stonehenge'in inşasıyla aynı döneme rastlar.
İnsanlar burayı mevsimlik olarak ritüel şölenler ve cenaze törenleri için kullanıyorlar gibi görünüyor. (Evlerdeki rastgele atılmış yiyecek kalıntılarının bulunması, mevsimlik kullanımı işaret eder.)
Bazı arkeologlara göre, Stonehenge'in tarihlenmesinde problemler olabilir; çünkü buradaki taşlar, çeşitli zamanlarda onarılmış.
Durrington'daki kazılarda toplam sekiz ev ortaya çıkarılmış. Uzmanlar toplam ev sayısının en az yüz olduğunu düşünüyorlar.
Evlerin her biri aşağı yukarı beş metrekare büyüklüğünde. Yapı malzemesi olarak ağaç ve kil kullanılmış, tam ortada bir ocak bulunuyor. Arkeologlar evlerin altında 4600 yıllık kalıntılar da bulmuşlar.
Yazar: parkeolog 0 Yorum
20 Şubat 2007
Pedasa Antik Kenti
Pedasa sözcüğüne M.Ö. 2000'lerde Luwi dilinde rastlanmaktadır. Prof. Dr. Bilge Umar, bu sözcüğün “suyu bol” anlamına geldiğine işaret etmiştir. Troas bölgesinde de aynı ismi taşıyan bir kent olduğu İliada destanından öğrenilmiştir. Herodotos bu kent ile ilgili bazı bilgiler vermiştir. Buna göre Pedasa’da Athena ile eş tutulan bir tanrıçaya ait mabetteki rahibelerin yüzlerinde sakal çıkması burada yaşayanların kötü bir olayla karşılaşacakları düşüncesini yerleştirmişti. Strabon, Pedasa’da Leleglerin yaşadığını, bunların kısa zamanda çoğalarak Myndos ile Bargylia’ya kadar uzanan toprakları ele geçirmekle yetinmeyip Pisidia’nın da büyük bir parçasını ele geçirdiklerini belirtir. Sonraki yıllarda Karia’lılarla birlikte Yunanistan seferine gittiklerinde orada kalarak yayılmışlar ve soyları da yok olmuştur. M.Ö. 547’de Persler Lydia krallığına son verdikten sonra Karia üzerine yürümüşler ve burada karşılarına Pedasa’lılar çıkmıştı. Üstün Perslere karşı sonunda Pedasa’lılar boyun eğmek zorunda kalmışlardı. Ayrıca M.Ö. 5.yy'da Pedasa’nın ismi Delos Deniz Birliğine ödenen katkı payları arasında geçmiştir. M.Ö. 4.yy'da Mausollos’un Karya'nın başkenti yapılan Halikarnassos’a göç etmeye zorladığı altı Leleg kentinden birisi de Pedasa olmuştur. Sonrasında Pedasa askeri bir kale olarak varlığını sürdürmüştür.
Pedasa, sur duvarları ile çevrili kulelerle takviye edilmiş tepede iç kalesi bulunan bir kent konumundadır. Dini bir merkez olan şehrin Athena Tapınağı sur duvarları dışındadır. Pedasa çevresinde büyük bir nekropol var ve burada gömülmek bölge halkı için bir onur sayılırdı.
Son yıllarda Prof. Dr. Adnan Diler başkanlığında Muğla Üniversitesi Arkeoloji Bölümü burada yüzey araştırmaları yapmakta ve çok önemli bilimsel değer taşıyan bulgular elde etmekteler.
Burada yapılan yüzey araştırmalarında bulunan çanak-çömlekler bu göçten sonra Pedasa’lıların bir süre daha kentlerini terk etmediğini göstermiştir. Pedasa’da yeterince arkeolojik bir araştırma yapılmamasına karşılık, buluntular kentin surlarla çevrili yuvarlak bir plân düzeni olduğunu göstermiştir. Bazı kalıntılar arazi konumundan ötürü kentin teras duvarlarıyla desteklendiğini, yamaçlarında Leleg mezarları ile çanak-çömlek parçaları bulunduğuna işaret etmektedir.
Pedasa Antik Kenti Arkeoloji ve Hobi Parkına Dönüşecek
M.Ö. 6. ve M.S. 11. yy. arasında tarihin en önemli ticaret ve kültür merkezlerinden biri olan Leleg uygarlığının izlerinin bulunduğu Antik Pedasa kentinin Arkeoloji ve Hobi Parkı olması için proje hazırlandı.
Yaklaşık 1.5 milyon dolara hayata geçirilecek olan projenin başlatılması için sivil toplum örgütleri ve Kültür ve Turizm Bakanlığı'yla temasa geçildiğini belirten Konacık Kalkındırma ve Kültürel Varlıklarını Koruma Derneği (Konkad) Başkanı Mehmet Melengeç, 11 yıldır, Pedasa Antik Kentini Kurtarma Kazıları Projesi'yle kentin büyük bir bölümünün gün ışığına çıkarıldığını bildirdi.
Melengeç, antik kentin daha iyi tanınması, korunması ve arkeoloji tutkunlarının atölye çalışması için hazırlanan hobi ve arkeoloji parkı projesinin hayata geçirilmesi için kurulacak komisyonun kısa zamanda çalışmalarına başlayacağını kaydetti.
Antik Pedasa Kenti Arkeloji ve Hobi Parkı Projesi için Kültür ve Turizm Bakanı Atilla Koç’tan destek istendiğini belirten Melengeç, “Projenin hayata geçmesi durumunda 40 dönümlük arazi üzerinde sosyolojik, doğal ve kültürel envanter çalışmaları, kazılarla ortaya çıkarılan yerleşim mekânlarının restorasyonu, ziyaretçilerin, tarih ve arkeoloji bölümü öğrencilerinin, arkeologların denetiminde Leleg, Karya uygarlıkları, Helenistik, Roma, Bizans, Osmanlı ve Türk kültür ve yaşamının tüm izlerini bir arada görebilmeleri sağlanacak” dedi.
Bölgede 5 yıldır kazı çalışmalarını sürdüren Pedasa Antik Kentini Kurtarma Kazıları Projesi Koordinatörü Prof. Dr. Adnan Diler ise projeyle önemli eserlerin gün ışığına çıkartılmasına devam edileceğini, bölgenin de dünya turizmine açılacağını vurguladı.
Konacık Belediye Başkanı Mehmet Tosun da alternatif turizme örnek model olacak bir kültür çalışmasını başlattıklarını belirterek projeye her türlü desteği vereceklerini açıkladı. Tosun, “4-5 proje sonunda bölgeye yüz binlerce turist akını olacağına inanıyoruz. Proje antik kentin korunmasını sağlayacağı gibi bölgeyi tüm dünyaya tanıtacak” dedi.
Kaynakça
http://akyaka.org
Yazar: parkeolog 0 Yorum
19 Şubat 2007
Müzeler İçin 2007 Projeleri
Yazar: parkeolog 0 Yorum
14 Şubat 2007
Dünyanın En Eski Aşk Şiiri
Yazar: parkeolog 0 Yorum
İlk Sevgililer Günü Kartı
Yazar: parkeolog 0 Yorum
12 Şubat 2007
Priene Gymnasionları
Her Hellen kentinin kendi gymnasionu vardı. Pausanias (x. 4. 1) ‘ın bildirdiği üzere, gymnasion, agora gibi, polisi tamamlayan ögelerden biriydi. Büyük kentlerde bir palaestranın yanı sıra, iki ya da daha çok gymnasion vardı.
Eski gymnasionlar parka benzer, geniş yerleri kaplardı. Ancak sur içinde, dahası Sikyon ve Elis’tekiler gibi kentin tam ortasında da eski gymnasionlara rastlıyoruz.
İlk gymnasionların biçimleri konusunda bilgimiz azdır. Fougeres, gymnasionun tarihini dört döneme ayırır:
*İlk dönemde bir dramostan, yani bir koşu yolundan ya da bir spor alanından öte bir şey yoktur,
*Üçüncüsü 4.yy ile Hellenistik Çağ;
*Dördüncüsü ise, Roma Çağı’dır.
Gymnasionun iyice gelişmiş mimari biçimi oldukça geç tarihlere ilişkindir.
GYMNASİON'UN BÖLÜMLERİ
Palestra: Açık avlu. Egzersiz ve spor faaliyetlerinin yapıldığı yer.
Korykeion : Boksörler için düzenlenmiş, onların kum torbalarıyla çalışma yaptıkları bölüm.
Konisterion : Güreşçilerin antrenman yaptıkları yer.
Eleithesion : Güreşçilerin yağlandıkları bölüm.
Ephebeion : Derslerin veya kültürel eğitimin verildiği yer; sınıf.
Loutron : Duş ve yıkanma yeri.
PRİENE
Priene dik yamaca uygulanmış ızgara planlı şehirlerin en iyi bilinen örneğidir.
İlk Priene şehri Büyük Menderes ağzı yakınlarında, bugün tespiti mümkün olmayan bir yerde idi.
Menderes’in taşması ve birikintiler sürüklemesi sonucunda terk edildiği düşünülüyor.
4.yy’ ın ortalarında Mikale dağının güney yamacına, Menderes ovasına kademe kademe inen dört set üzerine yeniden kurulmuştur.
Doğu- batı yönlü 7 düz, kuzey- güney yönlü 15 dik ve merdivenli sokağı vardı.
Şehrin içinde yalnız agoranın kuzeyinden geçen ana cadde (7.36m) arabaların geçmesine elverişliydi.
Agoranın şehrin her tarafı ile bağlantısı vardı. 72 basamaklı bir merdivenle üst setteki Athena Polias tapınağına çıkılıyor, başka bir sokakla şehrin en yukarısındaki tiyatroya gidiliyor, batıdaki bir sokaktan da şehrin en aşağısındaki gymnasion ile stadiona ulaşılıyordu.
Büyük mimari hacimler değişik düzeylere dağılarak ızgara planının yeknesaklığı hafifletilmiş oluyordu.
Plana agoranın üstündeki Athena Tapınağı hakimdi. Tiyatro ve gymnasion gibi büyük kitleler şehrin en üst ve en alt setine yerleştirilmişti. Şehrin iki gymnasionu vardı. Üst yamaçta konut sahası dışında Demeter Tapınağı vardı.
Şehrin etrafı testerevari , zigzagsı bir surla çevrilmişti. Şehrin gerisinde 381m yüksekliğindeki kayalık tepe, kale olarak, sur içine alınmıştı. Surlar şehrin şekline uymadan stratejik noktaları izliyordu.
Bu gymnasion ilk evresinde batı tarafta, büyük ihtimalle insula sınırını gözetiyor, güneyde ise Athena Caddesi’ne kadar uzanıyordu. Hellenistik Dönem’deki girişi, insulanın doğu kenarının hemen hemen ortasında yer alıyordu.
Yapının merkezi kareye yakın sütunlu bir avlu idi. Avluyu çevreleyen galerilere doğuda bir odalar sırası bağlanmıştı. Avlunun güneydoğu köşesinde duran yarım daire şeklindeki eksedra da Hellenistik Dönem’e ait olmalıdır.
İmparatorluk Dönemi’nde gymnasiona giriş Athena Caddesi'nden sağlanıyordu. Bu giriş yapının güneybatı köşesinde, batıdaki oda sırasının hizasında bulunuyordu.
Bu dönemde gymnasion imparatorluk kültüne ait bir yer işlevini de görüyordu.
Aşağı Gymnasion şehir merkezinden uzakta, şehrin güney kenarında, surun hemen içerisinde bulunur. Gymnasion kuzey ve batı duvarları itibariyle hemen hemen şehrin ızgara plânına adapte edilmiş olmasıyla şehrin yön sistemi ile uyum içerisindedir. Gymnasionun kuzey tarafı da ana kayadan kazanılmıştır.
Doğu duvarındaki kapıdan içeri girildiğinde kare şeklinde bir peristylin kuzeydoğu köşesine ulaşılır. Peristylin galerileri Dor düzeninde inşa edilmiştir. Güney ve doğuda yalnızca galeriler varken, batıda galeriye ayrıca birkaç oda açılır.
Bu işlev mimari açıdan, her bir sütun ekseninde diğer sütun eksenine kadar dört yerine üç triglyph-metopun olmasıydı.
Bukranionlarla taşınan girland frizine ait blok taşlar, aşağı gymnasionun duvar saçağına aittir.
Bir yazıta göre, iki kare mekan tarafından sınırlanan orta mekan 'epheboslar eksedrası’ olarak anılmaktaydı. Bu da Vitruvius’un bahsettiği ephebeion olmalıdır.
Ephebeion’un anıtsal ön cephesi, küçük Asia-İon tarzı başlıklı ante payeleri arasında, alt kısımları yivsiz, İon düzeninde iki yüksek sütuna sahipti.
Mekanın iç tarafında, kesme taştan mermer düz duvarlar boyunca oturma basamakları uzanıyordu. 3.35 m yüksekliğindeki duvarlar yukarıda bir kornişle bitiyordu. Kornişin üzerinde 3 metreden yüksek olan yarım sütunlu ve eksiksiz saçaklığıyla bir cephe kaplaması bulunuyordu. Bu parçalar konglomera taşlardan yapılmıştı. Bu kaya cinsi buradaki ana kayayla aynıdır.
Korinth başlıklarının ana şemasına benzer çanak formlu başlıklardan anlaşıldığı üzere, mimari elemanların üzeri, bütün detayların ince ince işlendiği bir stuco ile kaplıydı. Buradaki cephe kaplaması evlerin andronlarında taklit edilen stucoların taştan yapılma anıtsal örneğidir.
Ana yapının batı bitiminde çok iyi korunmuş durumda bir yıkanma mekanı vardı.
Arka duvarında yer alan lavabolara, üzerindeki sima benzeri oluklu bir kısımda yer alan aslan başlarından devamlı su akmaktaydı.
Su, zemin harcının içine diklemesine yerleştirilmiş küçük taşlardan oluşan su geçirmeyen bir taban üzerinden, odanın güneyinde yere gömülmüş iki su teknesine doğru akıyor, oradan da üç akaç yardımıyla mekanın dışına çıkarılıyordu.
Su tekneleri, güney duvarın iç tarafına yerleştirilmiş sıralara oturanların ayaklarını yıkamaları için kullanılmış olabilir.
Işık avlusunun güneyinde, iki dikmeli küçük bir eksedra, batı galerinin koridoruna açılır. Burada da duvarlar boyunca aynen epheboslar eksedrasındaki gibi oturma sıraları vardı. Bu nedenle burası da bir derslik olmalıdır. Hemen güneyinde merdivenli sokağa açılan, batı galeriye entegre edilmiş, oldukça kötü durumda bir propylon yer alır.
Gymnasionun yapımının M. Ö. 2.yy’ın ikinci yarısı boyunca süren uzunca bir zaman aldığı ortadadır.
Yazar: parkeolog 0 Yorum
08 Şubat 2007
5 Bin Yıllık Aşk
Ölüm 5 Bin Yıldır Ayıramadı
İtalya'daki kazılarda birbirlerine sarılmış olarak bulunan iskeletler arkeologları şaşırttı.
İtalya'nın kuzeyindeki Valdaro bölgesinde yapılan arkeolojik kazılarda, birbirine sarılmış bir çiftin 5 bin yıllık iskeletleri bulundu. Arkeologların 'Valdaro âşıkları' adını taktıkları iskeletlerin genç yaşta ölen bir adamla, ruhuna eşlik etmesi için öldürülerek onunla gömülen eşine ait olduğu tahmin ediliyor. Adamın belkemiğinde bir ok, kadının yanında da bir ok başı bulundu.
Kazı ekibinin lideri Elena Menotti, daha önceki kazılarda çok sayıda birbirine sarılmış anne - çocuk iskeletine rastladıklarını ancak ilk kez birbirine sarılmış bir çiftin iskeletini bulduklarını söyledi. Menotti, "Bu bulgu beni çok heyecanlandırdı. Tüm İtalya'da çok sayıda kazıya katıldım, ancak hiçbiri beni bu kadar heyecanlandırmamıştı" dedi.
Yazar: parkeolog 0 Yorum
06 Şubat 2007
1600 Yıllık Mezar Odası'na İhanet
Yazar: parkeolog 0 Yorum
01 Şubat 2007
Dülük
Kaynakça
Yazar: parkeolog 0 Yorum
30 Ocak 2007
Resmin Taşa Kazındığı İlk Yer: Göbeklitepe
Yazar: parkeolog 0 Yorum
29 Ocak 2007
Kyzikos Kazılarına 100 bin YTL
Yazar: parkeolog 0 Yorum
Denizli'de Tarihi Bir Aile Mezarı Bulundu
www.haber7.com dan alınmıştır.
Yazar: parkeolog 0 Yorum
25 Ocak 2007
Midas'ın Eşek Kulakları..
Mousa’lar* ve Phrygia kralı Midas’ın hakem olarak; Tmolos(Bozdağ)’ın ise, yargıç olarak bulundukları müsabakada yarışma sonuç vermez. Bunun üzerine Apollon enstrümanları ters tutup çalmayı teklif etmiş. Marsyas kabul edince, Apollon lyrayı ters çevirip bir güzel çalmış. Ama Marsyas.. Flütü tersten çalamayınca yenik düşmüş. Apollon, kendisini rakip gören Marsyas’ı bir ağaca bağlayıp, derisini yüzdürerek cezalandırmış. O sırada yarışmada bulunan Mousa’lar o kadar çok ağlamışlar ki bu sahne karşısında, gözyaşlarından Marsyas(Çine) çayı doğmuş.
Midas, Marsyas’ın flütünü tersten çalamamasının karşısında yine de flütün daha üstün olduğunu söyleyince, Apollon iyi işitmesi için onun kulaklarını eşek kulaklarına çevirdi. Bu durumdan oldukça utanan Midas kulaklarını hep sakladı, ta ki saçlarını kesen bir berber görünceye kadar.. Kral, berberi ölümle tehdit ederek bu sırrı saklamasını söyledi. Berber bu sırrı uzun süre saklayamadı. Korkusundan kimseye söyleyemedi ama toprağa fısıldadı: “Kral Midas eşek kulaklıdır.” Bunu söyleyince rahatlamasına rahatladı da, fısıldadığı yerdeki kamışlar rüzgâr her estiğinde, “Kral Midas eşek kulaklıdır” diye her tarafa dağıttılar bu sırrı..
*: İlham perileri.
Kaynakça
CAN, Şefik, Klasik Yunan Mitolojisi.
ERHAT, Azra, Mitoloji Sözlüğü, 2001.
Yazar: parkeolog 0 Yorum
21 Ocak 2007
Tarihi Dayanak
İngiltere’nin Southampton kentinde bir arkeoloji müzesinin akılmaz cehalet örneği ortaya çıktı. Arkeologlar, Mısır Kralı Taharga’nın heykelinin, yüz yıllık gecikmeyle hemen burunlarının dibinde olduğunu fark etti. 2700 yıllık paha biçilmez eser, Tanrı’nın Evi Kulesi adlı arkeolojik müzenin bodrumunda, yıllardır çalışanların bisikletlerinin "dayanağı" olarak kullanılıyordu.
Yaklaşık bir metre boyundaki heykel, müzeyi ziyarete gelen iki eski Mısır uzmanı tarafından şans eseri keşfedildi. İki uzmanın haberdar ettiği British Museum’dan Mısır eserleri yetkilisi Vivian Davies, Londra’dan gelir gelmez bunun "İnanılmaz heyecan verici önemli bir parça olduğunu, heykelin M.Ö. 7. yüzyıla dayandığını" tespit etti. 3 bin yıl önce hüküm süren ve birçok tapınak yaptırmasıyla tanınan Kral Taharga’nın heykeli, bugünkü Sudan’da günyüzüne çıkartılmış olmalı. 25’inci hanedan krallarından Taharga, Asur Kralı’yla Mısır için savaşmış, İncil’de dahi adı geçen önemli bir şahsiyet.
Bu derece değerli ve ender bulunan eserin Southampton’a nasıl geldiğiyse meçhul. Müzenin kuratörü Karen Wardley, The Times gazetesine yaptığı açıklamada, "Kimsenin değeri hakkında fikri yoktu. Çok heyecanlandık. Müze çalışanları tarafından bisikletlerine dayanak olarak kullanılıyordu" dedi. Yıllarca hakettiği ilgiyi bulamayan eser şimdi, “gerekli güvenlik önlemleri” alındıktan sonra, müzenin sanat galerisinde sergilenecek.
Yazar: parkeolog 0 Yorum
19 Ocak 2007
Mysteryler Villası
Triclinium, 15x25 ayak ölçülerinde, villanın girişinde sağ tarafa yerleştirilmiştir. Odanın girişi duvar fresklerindeki ilk figür ile son figür arasındadır. Bu odadaki fresk, gizemli bir kültün, olasılıkla Dionysos kültünün ayinlerine kabulle ilişkili olmalıdır ki villanın ismi de buradan geliyor olabilir. Odanın duvarı gerçekçi figürlerle dikkatlice çevrilmiş ve figürler duvardan duvara birbirleriyle konuşur vaziyette gösterilmiştir. Buradaki freskte mitolojik figürlerle gerçek hayattan alınmış figürler bir arada betimlenmiş. Duvarlardaki freskler alev kırmızısı bir arka planla yapılmış ve dikdörtgen panellere ayrılmış ama bu paneller konu bütünlüğünü bozmadan sadece arka planda görülüyorlar. Belki de panellerle mekan farklılığı yansıtmak istenmiş olabilir. Ayrıca, burada panellerde figürlü resimler yapılarak küçük mekanlar büyültmek istenmiş. Panellerin üzerine meander kuşağı yerleştirilmiş, onun da üzerinde mermer taklidi panolar konmuş. Kırmızı fon, Klasik ve Hellenistik etkiye paralel olarak yapılmış. Panelleri birbirinden ayıran dikdörtgen boşlukların çerçevesi yumurta dizisi ile çevrilmiş. Bu freskte mekanlarla ilgili bir bölünme yok ve bir düzlem üzerinde verilen figürlerin bastığı zeminin derinliği de verilmiş.Freskin konusu, bir gelinin mistik Dionysos ayinine kabulü ve soyut dünyaya sızmak gibi tamamen düşsel görünüyor. Ayrıca bu büyüleyici konu çok karanlık ve gizemlidir. Ancak freskin konusuyla ilgili başka görüşler de vardır. Burada Dionysos ve Ariadne’nin düğünü ya da Orfeizm* ayininin betimlendiğini düşünenler de var.
İlk sahnede pudicitia** tipinde, oturan Domina betimlenmiştir. Domina, evin yöneticisi, rahibesi ve annesidir. Kuşkusuz Domina, Campania Bölgesi için olağan dışı bir karakter değildi. Domina’nın duruşu bir şey düşünüyor veya bir şey izliyor gibi. Ki böyle olursa ayinlere kabulün sonunda olması gerekir ki bu yüzden de olayın sonunu izler veya olayı düşünür şekilde betimlenmiş olmalıdır.
İkinci grupta, törenin başlamasına ilişkin bir hareket veya ayinin başlamasına hazırlık betimlenmiş olmalıdır. Kadınların trans halindeki yüz ifadeleri bir ayine katıldıkları izlenimini veriyor. Hafifçe örtünmüş olan sağ baştaki kadın, hamile ve törenle ilgili sunulan keki tepside taşıyor. Bu kadının ayaklarıyla hareket başlar. Bu bayan mersin ağacından yapılmış bir çelenk takmış ve sağ elinde defne dalı tutuyor. Sahnedeki çıplak genç ise, tanrısallığı betimliyor olmalı. Çocuk elindeki ruloyu okuyor. Yanındaki kadın ise, boş gözlerle ileri doğru bakıyor ve yüzündeki ifadeden çocuğun okuduğu metni dinlediği anlaşılıyor.
Üçüncü grupta arkası dönük, başı örtülü ve mersin ağacından çelenk takmış rahibe, elindeki oinochoeden(sürahi) leğene su boşaltan bayan ve çelenksiz hizmetçi bayanla törenle ilgili olması muhtemel bir örtüyü temizliyor. Bu belki de gelinin tören elbisesi olabilir.
Dördüncü grupta mitolojik karakterler ve müzik öyküsel bir dille veriliyor. Burada kırsal bir yaşam betimlenmiş. Silenos, sütuna dayanmış ve on telli bir lyra çalıyor. Sütuna yaslanmış Silenos, tamamen M.Ö. 4. yy özelliği göstermektedir. Genç bir satyrin pan flüdü eşliğinde de bir figür yavru bir keçiyi emziriyor. Yanlarındaki bayan figür sanki bir yere dönerken gözü bir şeye ilişmiş de ürkerek oraya bakıyor gibi betimlenmiş. Himationu, aniden dönüş dolayısıyla havalanmış, elbisesinin etek kısmında da yürüyüşten dolayı iki bacak arasında toplanma ve bacaklar üzerinde kıvrımsız kalma olayını görüyoruz. Bu figür, ağzının aralık olmasıyla Skopas özelliği yansıtsa da daha çok Hellenistik etki içinde betimlenmiş.
Beşinci gruptaki Silenos’un yüzünde korkmuş bir ifade var. Elinde boş bir gümüş kase tutuyor. Genç bir satyr, gözünü ayırmadan, büyülenmişcesine kâsenin içine bakıyor. Diğer genç satyr ise, silenosa benzeyen tiyatral bir maskı sol eliyle gergin olarak sağa doğru tutuyor.
Sekinci sahne, Dionysiak ayinin sonrasını anlatır. Ayine uğrayan kadın, hemen başka bir kadın tarafından rahatlatılır. Seyirciye arkası dönük olan kadın, başının yukarısına kaldırdığı ellerindeki zilleri çınlatarak ayinin tamamlanmasını kutluyor. Dansetmesinden dolayı pelerini uçuşmuş. Vücudunun üst kısmı kısa, alt kısmı ise kalın ve uzun yapılmış ki bu Geç Helenistik Dönem özelliğidir, fakat duruş bakımından Skopas ‘ın dans eden Menad’ına benzemektedir. Ayak tabanı, topuk kısmı, diz arkası baldırları çok iyi verilmiş. 4. figür de ayini tamamlayan figürü thyrsos vererek kutluyor.
Dokuzuncu sahnede evlilik için gelinin hazırlanması betimlenmiş. Oturan gelinin elbisesi göğüs altında döndürülmüştür ki, bu da M.Ö. 4. yy özelliklerinden biridir. Gelinin arkasındaki ayakta duran hizmetçi, onun saçını düzeltmesine yardım eder. Sahnedeki Eros ise, elindeki aynayla gelinin görüntüsünü yansıtıyor.
Son sahnede ise bir Eros figürü görülüyor. Eros, eli çenesinde, M.Ö. 4.yy özelliği olarak bir desteğe yaslanmış olayı izliyor.
Tablinium, ev sahibinin oturmasına mahsus bir aile odası. Mysteryler Villasındaki tabliniumun duvar freskleri siyah arka plan üzerine yapılmışlar. Duvarlarda Triclinium’daki gibi panellere ayırma var. Bu büyük paneller içerisine yıldıza benzer motifler yapmışlar. Bu panellerin altında oluşturulan yatay olarak ince yapılmış panellerde bariz bir Mısır etkisi görülüyor. Figürlerin küçülmüş olmasından dolayı III. Stil özellikleri gösterir ve Mısır sanatının minyatürcü motiflerini andırır. Figürlerin duruşları (baş ve bacaklar profilden, gövde cepheden), giyimleri Mısır etkisini açıkça gözler önüne seriyor. Hatta bir figür, elindeki bastonu ve kuş gibi kafasıyla Mısır Tanrılarından biri olan Thoth gibi betimlenmiş. Figür, sağ elinde ölümsüzlüğün simgesini tutuyor. Diğer bir figür de yine Mısır’lı tanrıça İsis gibi betimlenmiş ve bu da diğeri gibi ölümsüzlüğün simgesini taşıyor. Bu panelde Mısır’lı tanrılar çokça betimlenmiş. Bu ince paneldeki kuş betimleri renkli çizgilerle oluşturulmuş çerçevelerle sınırlandırılmış.
Bu mekanda mozaiklerle süslenmiş bir taban döşemesi görülüyor. Bu döşemede çerçeve içinde dama motiflerini andırır bir süsleme hakim. Duvar fresklerine bakınca yine panellere ayırma var ve tricliniumdaki gibi arka plan kan kırmızısı olarak yapılmış. Kontrast renklerle derinlik ve perspektif sağlanmış. Panellerin içine birer figür yerleştirilmiş. Bu figürler, elinde rulosu bulunan ve başına çelenk takmış bir rahibe, danseden bir satyr. Danseden satyrdeki hareketten dolayı oluşmuş kas çizgileri belirtilmiş.
D) Girlandlı Kolonad
Planda tricliniumun üst kısmında görülen mekan. Odaya ilk bakışta çok renklilik göze çarpıyor. Mimari bir yapı betimlenmiş olan duvar resminde, siyah arka plan üzerine yapılan girland bezemesiyle hareket getirilmiş. Panellere ayırma burada da görülüyor. Her bir sütun, aralarında bir panel boş bırakılmak suretiyle, panellerin ortalarına yerleştirilmişler. Sütunların başlıkları İon tipinde, kaideleri de Atik-İon. Paneller, tricliniumdaki gibi kademeli çerçevelerle belirtilmiş. Duvarlarda kırmızı, yeşil, sarı ve tonları kullanılmış.
E) Diğer Duvar Resimleri
Villada genel olarak mimari yapı çizimleri hakim. Villa içinden bir mekana ait freskte korinth düzeninde bir yapı görülüyor ki bu muhteşem bir üç boyutluluk sergiliyor. Burada üç boyutluluk yapı içinde yapı yapılarak verilmiş. Sütunların üzerinde figürlü korinth başlığı, onun üzerinde arşitrav, onun da üzerinde friz yer alıyor. Friz boş bırakılmış ama bir yerde cepheden yapılmış medusa başı görülüyor. Bu yapının arka kısmında silindirik ve sütunlarla çevrili bir yapı göze çarpıyor.
-Mysteryler Villası, II. Stile dahil olmasına rağmen I. ve III. Stil özelliklerini kuvvetli olarak yansıtır. Duvar resimlerinde sade panellere ayırma ile I. stilin mirasını yaşatırken figürlü betimlemelerden dolayı II. Stile verilir. Bazı odalarda figürlerin küçülmesi ile III. Stile geçişin izleri görülür. Mükemmel bir üç boyutluluk izlenen villanın duvar resimlerinde yer yer mimari ögeler, yer yer figüratif bezemeler görülür.
*Orphik (ya da Orfeizm, yani Orpheus Tarikatı): Bir din hareketi olan Orphik; şarkıcı, kahin, büyücü Orpheus'a bağlanır: Orpheus, Orphik dinin kurucusu sayılır. Trakya'da doğan bu hareket, oradan VI. yüzyılda Yunanistan'a ve aşağı İtalya'ya geçti. Orphik dionysik-mistik bir kurtuluş dinidir. Homeros’taki tanrıların dindiremedikleri bir ruh ihtiyacını karşılar, giderir. Orphikçilerin öğretileri, filozof Pythagoras (M.Ö. VI. yüzyıl)'ın felsefesine derin bir etki yapmıştır.
BOETHIUS, A., Ward, J.B., Perkins, 1970, Etruscan And Roman Architecture, Penguin Books.
HEWSON, David, The Villa of Mysteries, 2005.
JACKSON, James, W., “Villa of the Mysteries, Pompeii”, http://www.art-and-archaeology.com/timelines/rome/empire/vm/villaofthemysteries.html, 11 Mart 2006.
“Villa of the Mysteries, Pompeii”, http://www.roguery.com/cities/naples/visiting/city/villa/villa.html, 11 Mart 2006.
Yazar: parkeolog 0 Yorum
18 Ocak 2007
Hayalet Kent Pompei
Pompei’nin başlıca geliri ise şarap ve yağ ticareti idi. M.Ö. 89 yılında Romalılar tarafından işgal edilerek koloni haline getirildi. M.Ö. 1. yy.’da Romalılar şehri eşi benzeri görülmemiş bir eğlence merkezi haline getirdiler. Yapılan kazılardan anlaşıldığına göre zenginliğin akıl-almaz boyutlara yükseldiği Pompei, günden güne gayrı ahlaki bir duruma giriyor, şehrin her köşesinde fuhuş evleri boy gösteriyordu. Forum, tapınaklar, tiyatrolar, bazilikalar, caddeler, atölyeler, kenar mahalleler, bu mahallelerin dükkanları ve küçük karanlık hamamları, meyhaneler, çamaşırhaneler, mısır öğütmek için kullanılan değirmenler, fırınlar,evlerin ve hamamların ısıtma sistemleri, kumarhaneler, batakhaneler, hanlar, şehri gezenler tarafından bugün bile fark edilebiliyor.
24 Ağustos 79’ da Vezüv yanardağının patlamasıyla etrafındaki Herculaneum ve Pompeii kentleri dünya yüzeyinden silindiler. İki gün süren korkunç patlamalar sonunda şehir, kalınlığı 6 metreyi bulan lavların altında kaldı. Hatta insanlar zaman geçtikçe bu kasabaların isimlerini bile unuttular. Taşlaşmış insan vücutları, duvar resimleri, mozaikler, mobilyalar ve mutfak eşyaları şu anda Napoli Müzesi’nde sergilenmektedir.
Pompeililer taş olarak çıkarıldıkları vakit ölüm anında ne yapıyorlarsa o halde bulundular. Kimi başını ellerinin arasına alarak çaresiz bir şekilde lavların karşısına oturmuş, kimi şehrin fuhuş yuvalarında, kimi de çocuklarıyla çarşıda alışveriş yaparken lavların altında kalmışlardı.
18. yy ortasında, bilim adamlarının Napoli’ye seyahati sırasında elde ettikleri bulguları birleştirmesiyle bu kentler ortaya çıktı. Böylece, bu iki kent Klasik dünyaya aniden damgasını vurdu. Ayrıca Herculaneum ve Pompeii keşifleri, felsefe, sanat, mimari ve edebiyat alanlarında önemli rol oynadı.
Pompei, Dünya üzerinde Roma'lıların yerleşimi hakkında en kapsamlı bilgiyi veren arkeolojik alandır. Küller altında taşlaşan Pompei, Antik Roma dünyasına ilişkin çok önemli ipuçları içermesiyle büyük önem taşıyan bir kenttir.
Yazar: parkeolog 0 Yorum
16 Ocak 2007
Efes / Genelev / Reklam
Bu genelev, tarihte reklamı yapılan ilk müessesedir. Kentin büyük tiyatrosuna giden mermer yolun ortasına yakın bir yere kazılmış ayak izi ve yanındaki bayan figürü geneleve giden yolu göstermektedir. Bu ayak izinin öyküsü çok enteresan: iz, şehrin en iyi ve en çok aranan fahişesinin sol ayağının iziymiş. Bu hanım kente yeni gelenlerin kendisini kolayca bulabilmeleri için izi bir çeşit yön tabelası niyetine koymuş oraya; çünkü parmakların ucu 100 m. ilerdeki genelevi gösterir konumda. izin yanında bir kavşak işareti, bir bayan, bir taç ve bir kalp de var. Arkeologlar bu antik reklam panosunun yorumunu şöyle yapıyorlar: "Kraliçeler kadar güzel olan benim aşkımı istiyorsanız kavşakta soldaki eve gelin!"
Ayrıca, genelevin tam karşısı Celsus kitaplığı ve bu iki bina arasında yeraltı geçidi var. Bu durum, kentin önemli şahsiyetlerinin gizlice geneleve gitme olasılığını hatırlattı bana. Önemli şahsiyetler ya da eşlerinden korkan Romalılar.. Geneleve değil de kütüphaneye gidiyor görünmeleri onları dışarı karşı düzgün bir insan gibi gösterirken aslında direkt kapısından geneleve girmeleri onların daha yalansız bir adam olacağı gerçeğini değiştirmiyor.. Madem yapıyorsunuz arkasında durun..
Yazar: parkeolog 0 Yorum