30 Ocak 2007

Resmin Taşa Kazındığı İlk Yer: Göbeklitepe

Şanlıurfa Göbeklitepe’deki kazılarda 11.500 yıllık, şimdiye dek bilinen en eski taşa kazınmış resimler bulundu.


Adem ve Havva’nın cennetten atıldıktan sonra görüştükleri ilk yer olduğu ileri sürülen Göbeklitepe’de insanlığın taşa kazınan ilk resimlerinin bulunduğu açıklandı.

Şanlıurfa Kültür ve Turizm Müdürü Selami Yıldız, Göbeklitepe’nin manyetik taramalarında 16 tapınak tespit edildiğini belirterek, yapılan kazılarda bunlardan 6’sının ortaya çıkarıldıgını söyledi. Ayrıca Yıldız, “Dünyada plastik sanatların ilk defa taşa kazındığı tarihin 11.500 yıl önce olduğu tespit edilmiş. İnsanlar resim sanatını önce taşlara kazıyarak yapmışlar. Taşlardan sonra tuallere aktarmışlardır. Dolayısıyla resim sanatının başlangıcı Şanlıurfa Göbeklitepe’dir diyebiliriz. İnsanlar 5 metrelik stellere domuz, tilki, yılan ve ördek gibi hayvan figürleri çizmişler. Ayrıca bulunan Balıklıgöl heykelinin de aynı döneme ait olması, bu bölgede yaşayan insanların Göbeklitepe’ye gidip ibadetlerini yaptıklarını gösteriyor” diye konuştu.
http://www.ntv.com.tr 'den alınmıştır.

29 Ocak 2007

Kyzikos Kazılarına 100 bin YTL

Antik kentlerin en büyük sorunu ödenektir. Antik kentler için ödenek olmazsa kazı da olmaz. Bir çok antik kent günyüzüne çıkabilmek için sponsor arıyor. Arkeolojinin duayeni Prof. Dr. Ekrem Akurgal, Türkiye'nin zenginliğine karşı Kültür Bakanlığı'nın fakirliliğine dikkat çekmişti bir söyleşisinde. Bu da özel sektör desteğini zorunlu hale getirdi. Fakat özel sektör, kazıların yıllarca hatta yüzyıllarca sürmesinden dolayı arkeolojik sponsorluğa sıcak bakmıyor. Bunun nedeni uzuzn vadeli bir işin sürekli para götüreceği düşüncesi. Oysa o sponsorluğa muhtaç o kadar çok kültür var ki hala gün yüzüne çıkmayı bekleyen..
Yıllarca kazılarına ara verilen Kyzikos antik kenti, Bakanlık'tan izni alınca ve yeterli ödeneği bulunca harekete geçti. Tüm gizliliğini açığa çıkaracak artık.. Yollarında kimler yürümüş, hangi yapılara ev sahipliği yapmış, hangi madeni kullanmış, ne tür yemekler yemiş, evleri, tapınakları nasılmış, mezarlarında kimler yatıyor, nelere sevinmiş, neyin yasını tutmuş hepsini sırasıyla ortaya dökecek.. Bize de oradan gelen her habere kulak kesilmek kalacak.. Çünkü, Kyzikos her antik kent gibi çok değerli ve buradan gelecek her haber yeni başlangıçların sinyali olabilir. Erdek'in Belediye Başkanı Hüseyin Sarı'nın da dediği gibi "İçinde üç ayrı limanı bulunan Kyzikos gibi büyük bir kentin değeri ise tartışılmaz. Kaldı ki Efes harabelerindeki mimari yapıtlar da Kyzikos kentinde yaşamış heykeltıraşlar tarafından yapılmıştır."


---Erdek Belediye Başkanı Hüseyin Sarı, M.Ö. 7. yüzyılda Miletoslular tarafından kurulan, Balıkesir’in Erdek ilçesindeki Kyzikos antik kentindeki kazıların ikincisinin yaz aylarında başlatılacağını, bölgedeki arkeolojik kazılarda kullanılmak üzere 100 bin YTL ödenek çıkarıldığını kaydetti.
Başkan Hüseyin Sarı, ilçe turizmi açısından kazılara büyük önem verdiklerini ifade ederek, “Dünyanın 8. harikası olarak bilinen Hadrianus Tapınağı’nın da bulunduğu Kyzikos’un gün ışığına çıkarılması amacıyla elimizden geleni yapıyoruz. Geçtiğimiz yaz , Erzurum Atatürk Üniversitesi kazı ekibi tarafından yeniden başlatılan Kyzikos kazılarına büyük önem veriyoruz. Kyzikos’un gün ışığına çıkmasının ardından, Erdek turizminin arkeolojik ayağının da tamamlanıp ilçenin turizm potansiyelinin artacağına inanıyorum” dedi.---(haber, http://www.ntv.com.tr den alınmıştır.)

Denizli'de Tarihi Bir Aile Mezarı Bulundu

Denizli merkeze bağlı Kocadere Köyü, Kösedüzü mevkiinde, tarlasındaki yükseklikleri aldırmak isteyen Musa Karatepe adlı şahıs iş makinesinin ucuna takılan taşı yerinden kaldırdı. Yere doğru merdiven şeklinde birşeyin uzandığını gördü ve durumdan şüphelenerek jandarmayı aradı. Olay yerine gelen jandarma ekipleri yaptıkları incelemede tarihi mezarla karşılaştı. Jandarma ekipleri, durumu Müze Müdürlüğü'ne ileterek olay yerine görevli gelmesini istedi. Olay yerine gelen Müze Müdürlüğü görevlisi Arkeolog Haşim Yıldız, yaptığı incelemenin ardından, içeride bir aile mezarlığı olduğunu açıkladı. Haşim Yıldız, eski Roma dönemine ait olduğunu tahmin ettikleri mezarın 5. yüzyıldan kaldığını ifade etti. Tarihi mezarın bulunduğu yerde hac, yarım heykel ve çocuk kemiklerinin de bulunduğu öğrenildi. Mezarın girildiği yer taşla kapatılırken, tarihi mezarın çıktığı alan, jandarma tarafından korumaya alındı. Bölgede bu hafta içinde kazı çalışması başlatılacağı öğrenildi.

www.haber7.com dan alınmıştır.

25 Ocak 2007

Midas'ın Eşek Kulakları..

Günlerden bir gün, Marsyas adında bir satyr, Athena’nın icat ettiği ve çalarken yüzünü çirkinleştirdiğinden dolayı attığı flütü bulur ve çalmaya başlar.. Flütten çıkan güzel sesler, bir tanrıçanın elinden çıkmış olmasına bağlanmalıdır. Oysa Marsyas bununla övünür ve lyra ustası Apollon’a rakip beller kendini. Bunu duyan Apollon, “kazananın yenilene istediğini yapabilmesi” şartıyla bir müsabakaya katılmayı kabul eder.
Mousa’lar* ve Phrygia kralı Midas’ın hakem olarak; Tmolos(Bozdağ)’ın ise, yargıç olarak bulundukları müsabakada yarışma sonuç vermez. Bunun üzerine Apollon enstrümanları ters tutup çalmayı teklif etmiş. Marsyas kabul edince, Apollon lyrayı ters çevirip bir güzel çalmış. Ama Marsyas.. Flütü tersten çalamayınca yenik düşmüş. Apollon, kendisini rakip gören Marsyas’ı bir ağaca bağlayıp, derisini yüzdürerek cezalandırmış. O sırada yarışmada bulunan Mousa’lar o kadar çok ağlamışlar ki bu sahne karşısında, gözyaşlarından Marsyas(Çine) çayı doğmuş.
Midas, Marsyas’ın flütünü tersten çalamamasının karşısında yine de flütün daha üstün olduğunu söyleyince, Apollon iyi işitmesi için onun kulaklarını eşek kulaklarına çevirdi. Bu durumdan oldukça utanan Midas kulaklarını hep sakladı, ta ki saçlarını kesen bir berber görünceye kadar.. Kral, berberi ölümle tehdit ederek bu sırrı saklamasını söyledi. Berber bu sırrı uzun süre saklayamadı. Korkusundan kimseye söyleyemedi ama toprağa fısıldadı: “Kral Midas eşek kulaklıdır.” Bunu söyleyince rahatlamasına rahatladı da, fısıldadığı yerdeki kamışlar rüzgâr her estiğinde, “Kral Midas eşek kulaklıdır” diye her tarafa dağıttılar bu sırrı..


*: İlham perileri.

Kaynakça

CAN, Şefik, Klasik Yunan Mitolojisi.

ERHAT, Azra, Mitoloji Sözlüğü, 2001.

21 Ocak 2007

Tarihi Dayanak

İngiltere’de bir arkeoloji müzesi çalışanları, paha biçilmez bir heykeli yıllarca “bisikletlerini dayamak” amacıyla kullanmışlar.!!
İngiltere’nin Southampton kentinde bir arkeoloji müzesinin akılmaz cehalet örneği ortaya çıktı. Arkeologlar, Mısır Kralı Taharga’nın heykelinin, yüz yıllık gecikmeyle hemen burunlarının dibinde olduğunu fark etti. 2700 yıllık paha biçilmez eser, Tanrı’nın Evi Kulesi adlı arkeolojik müzenin bodrumunda, yıllardır çalışanların bisikletlerinin "dayanağı" olarak kullanılıyordu.
Yaklaşık bir metre boyundaki heykel, müzeyi ziyarete gelen iki eski Mısır uzmanı tarafından şans eseri keşfedildi. İki uzmanın haberdar ettiği British Museum’dan Mısır eserleri yetkilisi Vivian Davies, Londra’dan gelir gelmez bunun "İnanılmaz heyecan verici önemli bir parça olduğunu, heykelin M.Ö. 7. yüzyıla dayandığını" tespit etti. 3 bin yıl önce hüküm süren ve birçok tapınak yaptırmasıyla tanınan Kral Taharga’nın heykeli, bugünkü Sudan’da günyüzüne çıkartılmış olmalı. 25’inci hanedan krallarından Taharga, Asur Kralı’yla Mısır için savaşmış, İncil’de dahi adı geçen önemli bir şahsiyet.
Bu derece değerli ve ender bulunan eserin Southampton’a nasıl geldiğiyse meçhul. Müzenin kuratörü Karen Wardley, The Times gazetesine yaptığı açıklamada, "Kimsenin değeri hakkında fikri yoktu. Çok heyecanlandık. Müze çalışanları tarafından bisikletlerine dayanak olarak kullanılıyordu" dedi. Yıllarca hakettiği ilgiyi bulamayan eser şimdi, “gerekli güvenlik önlemleri” alındıktan sonra, müzenin sanat galerisinde sergilenecek.
---------------------------------------------------------------------------------------------
Bu haberi ilk okuduğumda çok şaşırdım. Bisiklet dayanağı olarak kullananlar müze görevlileri, yani öylesine sıradan insanlar değil. Kim bu müze görevlileri? Belli bir eğitimden geçmiş kişiler değil mi? Arkeolog, Sanat tarihçisi değil mi? Bize en başından öğretilen, bir arkeoloğun her zaman araştırmacı olma özelliğini korumasıydı.
Aslında buradaki olay bence bir tembellik, zihin tembelliği.. 'Çıkarılanları sergilerim, yeni bir şey beni heyecanlandırmaz, bunun için de uğraşamam' zihninin tembelliği.. Ya da 'nasılsa bulunacak olanlar bulunmuş, buralarda asla eser yoktur' diyen ön yargılı bir zihnin tembelliği..
Dediğim gibi bize ilk öğretilen araştırmak, aramaya inanmak, asla araştırmaktan vazgeçmemek.. Her gün yeni kültürlerin ortaya çıkarıldığı arkeolojik kazılarda, bulunan bir eserin tarihi değiştirecek olması heyecanını taşıyarak aramak..

19 Ocak 2007

Mysteryler Villası

Pompei’nin en iyi bilinen şehir dışı villasıdır. Aşağı-yukarı merkezi peristyl saha ve etrafını kuşatan terastan oluşur. En az üç yönde teraslı portikolar bulunmaktaydı. Hemen hemen Pompei’deki diğer villalara benzer. Bu diğer villalardan daha güzel duvar resimlerine sahip villa, kazılar boyunca çok iyi korunarak ortaya çıkarılmış. Villa, M.Ö. 60–50 tarihleri arasına tarihlenir. Duvarlar tamamen büyük frizlerle kaplı. Frizlerde görülen büyük figürler ve mimari yapılarla II. stil özellikleri yansıtıyor. Villanın bazı mekânlarındaki duvarlarda görülen basit panellere ayırma I. Stil özelliğidir. Figür, inşa ve resimlerde, M.Ö. 4.yy, Hellenistik, Roma ve Mısır’lı tarz ve motifler etkilidir.

A) Triclinium – Yemek Odası

Triclinium, 15x25 ayak ölçülerinde, villanın girişinde sağ tarafa yerleştirilmiştir.
Odanın girişi duvar fresklerindeki ilk figür ile son figür arasındadır. Bu odadaki fresk, gizemli bir kültün, olasılıkla Dionysos kültünün ayinlerine kabulle ilişkili olmalıdır ki villanın ismi de buradan geliyor olabilir. Odanın duvarı gerçekçi figürlerle dikkatlice çevrilmiş ve figürler duvardan duvara birbirleriyle konuşur vaziyette gösterilmiştir. Buradaki freskte mitolojik figürlerle gerçek hayattan alınmış figürler bir arada betimlenmiş. Duvarlardaki freskler alev kırmızısı bir arka planla yapılmış ve dikdörtgen panellere ayrılmış ama bu paneller konu bütünlüğünü bozmadan sadece arka planda görülüyorlar. Belki de panellerle mekan farklılığı yansıtmak istenmiş olabilir. Ayrıca, burada panellerde figürlü resimler yapılarak küçük mekanlar büyültmek istenmiş. Panellerin üzerine meander kuşağı yerleştirilmiş, onun da üzerinde mermer taklidi panolar konmuş. Kırmızı fon, Klasik ve Hellenistik etkiye paralel olarak yapılmış. Panelleri birbirinden ayıran dikdörtgen boşlukların çerçevesi yumurta dizisi ile çevrilmiş. Bu freskte mekanlarla ilgili bir bölünme yok ve bir düzlem üzerinde verilen figürlerin bastığı zeminin derinliği de verilmiş.Freskin konusu, bir gelinin mistik Dionysos ayinine kabulü ve soyut dünyaya sızmak gibi tamamen düşsel görünüyor. Ayrıca bu büyüleyici konu çok karanlık ve gizemlidir. Ancak freskin konusuyla ilgili başka görüşler de vardır. Burada Dionysos ve Ariadne’nin düğünü ya da Orfeizm* ayininin betimlendiğini düşünenler de var.
Figürler durağan ve düşünceli görünüyor. Sanatçı veya sanatçılar figürlerin hallerini çok iyi göstermiş. Kompozisyonlar mükemmel bir denge içinde gösterilmiş. Parlak renklerle kontrastlık oluşturulmuş. Bayan figürlerde görülen üst kısımlarının kısa, alt kısımlarının uzun ve geniş olarak yapılması bizi Geç Hellenistik Dönem’e götürür.
İlk sahnede pudicitia** tipinde, oturan Domina betimlenmiştir. Domina, evin yöneticisi, rahibesi ve annesidir. Kuşkusuz Domina, Campania Bölgesi için olağan dışı bir karakter değildi. Domina’nın duruşu bir şey düşünüyor veya bir şey izliyor gibi. Ki böyle olursa ayinlere kabulün sonunda olması gerekir ki bu yüzden de olayın sonunu izler veya olayı düşünür şekilde betimlenmiş olmalıdır.
İkinci grupta, törenin başlamasına ilişkin bir hareket veya ayinin başlamasına hazırlık
betimlenmiş olmalıdır. Kadınların trans halindeki yüz ifadeleri bir ayine katıldıkları izlenimini veriyor. Hafifçe örtünmüş olan sağ baştaki kadın, hamile ve törenle ilgili sunulan keki tepside taşıyor. Bu kadının ayaklarıyla hareket başlar. Bu bayan mersin ağacından yapılmış bir çelenk takmış ve sağ elinde defne dalı tutuyor. Sahnedeki çıplak genç ise, tanrısallığı betimliyor olmalı. Çocuk elindeki ruloyu okuyor. Yanındaki kadın ise, boş gözlerle ileri doğru bakıyor ve yüzündeki ifadeden çocuğun okuduğu metni dinlediği anlaşılıyor.
Üçüncü grupta arkası dönük, başı örtülü ve mersin ağacından çelenk takmış rahibe, elindeki oinochoeden(sürahi) leğene su boşaltan bayan ve çelenksiz hizmetçi bayanla törenle ilgili olması muhtemel bir örtüyü temizliyor. Bu belki de gelinin tören elbisesi olabilir.
Dördüncü grupta mitolojik karakterler ve müzik öyküsel bir dille veriliyor.
Burada kırsal bir yaşam betimlenmiş. Silenos, sütuna dayanmış ve on telli bir lyra çalıyor. Sütuna yaslanmış Silenos, tamamen M.Ö. 4. yy özelliği göstermektedir. Genç bir satyrin pan flüdü eşliğinde de bir figür yavru bir keçiyi emziriyor. Yanlarındaki bayan figür sanki bir yere dönerken gözü bir şeye ilişmiş de ürkerek oraya bakıyor gibi betimlenmiş. Himationu, aniden dönüş dolayısıyla havalanmış, elbisesinin etek kısmında da yürüyüşten dolayı iki bacak arasında toplanma ve bacaklar üzerinde kıvrımsız kalma olayını görüyoruz. Bu figür, ağzının aralık olmasıyla Skopas özelliği yansıtsa da daha çok Hellenistik etki içinde betimlenmiş.
Beşinci gruptaki Silenos’un yüzünde korkmuş bir ifade var. Elinde boş bir gümüş kase tutuyor. Genç bir satyr, gözünü ayırmadan, büyülenmişcesine kâsenin içine bakıyor. Diğer genç satyr ise, silenosa benzeyen tiyatral bir maskı sol eliyle gergin olarak sağa doğru tutuyor.
Altıncı grup oda ve törenin tam ortasında yer alıyor. Merkezdeki figürler Dionysos ve onun eşi Ariadne olmalıdır. Bazı yorumlara göre de bu figür Dionysos’un annesi Semele’dir. Dionysos kucağındaki thyrsosla tanınabilir. Yunanlılar için olduğu kadar Romalılar için de Dionysos çok önemli bir tanrıydı. Dionysos onların ruhsal ve bedensel umut kaynağıydı. Dionysos, Ariadne’nin göğsüne yaslanmış, yayılarak oturuyor ve aşkına gözünü dikmiş olayı açıklıyor.
Yedinci grupta, kadın bir nesnenin –olasılıkla bir phallus- örtüsünü açıyor. Ayakta duran, kanatlı ve çizme giymiş kadın ise, elindeki çubuğu kaldırmış ve arkadaki çömelmiş kadına nişan almış gibi görünüyor.
Sekinci sahne, Dionysiak ayinin sonrasını anlatır. Ayine uğrayan kadın, hemen başka bir kadın tarafından rahatlatılır. Seyirciye arkası dönük olan kadın, başının yukarısına kaldırdığı ellerindeki zilleri çınlatarak ayinin tamamlanmasını kutluyor. Dansetmesinden dolayı pelerini uçuşmuş. Vücudunun üst kısmı kısa, alt kısmı ise kalın ve uzun yapılmış ki bu Geç Helenistik Dönem özelliğidir, fakat duruş bakımından Skopas ‘ın dans eden Menad’ına benzemektedir. Ayak tabanı, topuk kısmı, diz arkası baldırları çok iyi verilmiş. 4. figür de ayini tamamlayan figürü thyrsos vererek kutluyor.
Dokuzuncu sahnede evlilik için gelinin hazırlanması betimlenmiş. Oturan gelinin elbisesi göğüs altında döndürülmüştür ki, bu da M.Ö. 4. yy özelliklerinden biridir. Gelinin arkasındaki ayakta duran hizmetçi, onun saçını düzeltmesine yardım eder. Sahnedeki Eros ise, elindeki aynayla gelinin görüntüsünü yansıtıyor.
Son sahnede ise bir Eros figürü görülüyor. Eros, eli çenesinde, M.Ö. 4.yy özelliği olarak bir desteğe
yaslanmış olayı izliyor.
B) Tablinium – Aile Odası

Tablinium, ev sahibinin oturmasına mahsus bir aile odası. Mysteryler Villasındaki tabliniumun duvar freskleri siyah arka plan üzerine yapılmışlar. Duvarlarda Triclinium’daki gibi panellere ayırma var. Bu büyük paneller içerisine yıldıza benzer motifler yapmışlar. Bu panellerin altında oluşturulan yatay olarak ince yapılmış panellerde bariz bir Mısır etkisi görülüyor. Figürlerin küçülmüş olmasından dolayı III. Stil özellikleri gösterir ve Mısır sanatının minyatürcü motiflerini andırır. Figürlerin duruşları (baş ve bacaklar profilden, gövde cepheden), giyimleri Mısır etkisini açıkça gözler önüne seriyor. Hatta bir figür, elindeki bastonu ve kuş gibi kafasıyla Mısır Tanrılarından biri olan Thoth gibi betimlenmiş. Figür, sağ elinde ölümsüzlüğün simgesini tutuyor. Diğer bir figür de yine Mısır’lı tanrıça İsis gibi betimlenmiş ve bu da diğeri gibi ölümsüzlüğün simgesini taşıyor. Bu panelde Mısır’lı tanrılar çokça betimlenmiş. Bu ince paneldeki kuş betimleri renkli
çizgilerle oluşturulmuş çerçevelerle sınırlandırılmış.


C) Triclinium ile Tablinium Arasındaki Mekan

Bu mekanda mozaiklerle süslenmiş bir taban döşemesi görülüyor. Bu döşemede çerçeve içinde dama motiflerini andırır bir süsleme hakim. Duvar fresklerine bakınca yine panellere ayırma var ve tricliniumdaki gibi arka plan kan kırmızısı olarak yapılmış. Kontrast renklerle derinlik ve perspektif sağlanmış. Panellerin içine birer figür yerleştirilmiş. Bu figürler, elinde rulosu bulunan ve başına çelenk takmış bir rahibe, danseden bir satyr. Danseden satyrdeki hareketten dolayı oluşmuş kas çizgileri belirtilmiş.


D) Girlandlı Kolonad

Planda tricliniumun üst kısmında görülen mekan. Odaya ilk bakışta çok renklilik göze çarpıyor. Mimari bir yapı betimlenmiş olan duvar resminde, siyah arka plan üzerine yapılan girland bezemesiyle hareket getirilmiş. Panellere ayırma burada da görülüyor. Her bir sütun, aralarında bir panel boş bırakılmak suretiyle, panellerin ortalarına yerleştirilmişler. Sütunların başlıkları İon tipinde, kaideleri de Atik-İon. Paneller, tricliniumdaki gibi kademeli çerçevelerle belirtilmiş. Duvarlarda kırmızı, yeşil, sarı ve tonları kullanılmış.

E) Diğer Duvar Resimleri

Villada genel olarak mimari yapı çizimleri hakim. Villa içinden bir mekana ait freskte korinth düzeninde bir yapı görülüyor ki bu muhteşem bir üç boyutluluk sergiliyor. Burada üç boyutluluk yapı içinde yapı yapılarak verilmiş. Sütunların üzerinde figürlü korinth başlığı, onun üzerinde arşitrav, onun da üzerinde friz yer alıyor. Friz boş bırakılmış ama bir yerde cepheden yapılmış medusa başı görülüyor. Bu yapının arka kısmında silindirik ve sütunlarla çevrili bir yapı göze çarpıyor.

-Mysteryler Villası, II. Stile dahil olmasına rağmen I. ve III. Stil özelliklerini kuvvetli olarak yansıtır. Duvar resimlerinde sade panellere ayırma ile I. stilin mirasını yaşatırken figürlü betimlemelerden dolayı II. Stile verilir. Bazı odalarda figürlerin küçülmesi ile III. Stile geçişin izleri görülür. Mükemmel bir üç boyutluluk izlenen villanın duvar resimlerinde yer yer mimari ögeler, yer yer figüratif bezemeler görülür.


*Orphik (ya da Orfeizm, yani Orpheus Tarikatı): Bir din hareketi olan Orphik; şarkıcı, kahin, büyücü Orpheus'a bağlanır: Orpheus, Orphik dinin kurucusu sayılır. Trakya'da doğan bu hareket, oradan VI. yüzyılda Yunanistan'a ve aşağı İtalya'ya geçti. Orphik dionysik-mistik bir kurtuluş dinidir. Homeros’taki tanrıların dindiremedikleri bir ruh ihtiyacını karşılar, giderir. Orphikçilerin öğretileri, filozof Pythagoras (M.Ö. VI. yüzyıl)'ın felsefesine derin bir etki yapmıştır.

**Pudicitia, bir kolu karında, diğerinin dirseği ona dayalı, eli çenenin yanında başa kadar çekilen mantonun kenarından tutan kadın tiplerine verilen genel bir kavramdır.
Kaynakça


BOETHIUS, A., Ward, J.B., Perkins, 1970, Etruscan And Roman Architecture, Penguin Books.

HEWSON, David, The Villa of Mysteries, 2005.

JACKSON, James, W., “Villa of the Mysteries, Pompeii”,
http://www.art-and-archaeology.com/timelines/rome/empire/vm/villaofthemysteries.html, 11 Mart 2006.

“Villa of the Mysteries, Pompeii”,
http://www.roguery.com/cities/naples/visiting/city/villa/villa.html, 11 Mart 2006.

18 Ocak 2007

Hayalet Kent Pompei

Pompei şehri Vezüv yanardağının eteğinde, Napoli körfezi yakınlarında, kurulmuştu. Şehir, lavlar altında kalmasından 159 yıl önce Romalılar’a geçmişti. Şehrin ortasındaki Forum’da her hafta ayrı bir eğlence düzenleniyor; düzenlenen eğlenceler kimi zaman bir kölenin başka bir köleyle veya bir aslanla ölümüne dövüşmesi şeklinde oluyordu.
Pompei’nin başlıca geliri ise şarap ve yağ ticareti idi. M.Ö. 89 yılında Romalılar tarafından işgal edilerek koloni haline getirildi. M.Ö. 1. yy.’da Romalılar şehri eşi benzeri görülmemiş bir eğlence merkezi haline getirdiler. Yapılan kazılardan anlaşıldığına göre zenginliğin akıl-almaz boyutlara yükseldiği Pompei, günden güne gayrı ahlaki bir duruma giriyor, şehrin her köşesinde fuhuş evleri boy gösteriyordu. Forum, tapınaklar, tiyatrolar, bazilikalar, caddeler, atölyeler, kenar mahalleler, bu mahallelerin dükkanları ve küçük karanlık hamamları, meyhaneler, çamaşırhaneler, mısır öğütmek için kullanılan değirmenler, fırınlar,evlerin ve hamamların ısıtma sistemleri, kumarhaneler, batakhaneler, hanlar, şehri gezenler tarafından bugün bile fark edilebiliyor.
24 Ağustos 79’ da Vezüv yanardağının patlamasıyla etrafındaki Herculaneum ve Pompeii kentleri dünya yüzeyinden silindiler. İki gün süren korkunç patlamalar sonunda şehir, kalınlığı 6 metreyi bulan lavların altında kaldı. Hatta insanlar zaman geçtikçe bu kasabaların isimlerini bile unuttular. Taşlaşmış insan vücutları, duvar resimleri, mozaikler, mobilyalar ve mutfak eşyaları şu anda Napoli Müzesi’nde sergilenmektedir.

Pompeililer taş olarak çıkarıldıkları vakit ölüm anında ne yapıyorlarsa o halde bulundular. Kimi başını ellerinin arasına alarak çaresiz bir şekilde lavların karşısına oturmuş, kimi şehrin fuhuş yuvalarında, kimi de çocuklarıyla çarşıda alışveriş yaparken lavların altında kalmışlardı.
18. yy ortasında, bilim adamlarının Napoli’ye seyahati sırasında elde ettikleri bulguları birleştirmesiyle bu kentler ortaya çıktı. Böylece, bu iki kent Klasik dünyaya aniden damgasını vurdu. Ayrıca Herculaneum ve Pompeii keşifleri, felsefe, sanat, mimari ve edebiyat alanlarında önemli rol oynadı.
Pompei, Dünya üzerinde Roma'lıların yerleşimi hakkında en kapsamlı bilgiyi veren arkeolojik alandır. Küller altında taşlaşan Pompei, Antik Roma dünyasına ilişkin çok önemli ipuçları içermesiyle büyük önem taşıyan bir kenttir.

16 Ocak 2007

Efes / Genelev / Reklam

İlk çağın en ünlü kentlerinden biri olan Efes, Küçük Menderes nehrinin deltası üzerinde kurulmuştur. O dönemdeki korunaklı limanı, İran’daki Susa’dan başlayan Kral Yolu’nun denize ulaştığı nokta olması kentin önemini arttırmıştır. Antik dünyanın en önemli merkezlerinden biri olan Efes, M.Ö. 4. bine dek giden tarihi boyunca uygarlık, bilim, kültür ve sanat alanlarında her zaman önemli rol oynamıştır.


Kentin genelevi mermer yolun sonunda soldadır. M.S. 4. yy'dan beri ayaktadır. Günümüz genelevlerinden çok daha sağlıklı şartlara sahip olduğu bilinir. Öyle ki, geneleve giren erkeklerden salona geçmeden önce antrede ellerini ve ayaklarını yıkamaları istenirdi. Venüs(Aphrodite)'e adanmış genelev temizlik için gereken her türlü imkana sahipti ve mermerden yapılmış salonda bir Venüs heykeli bulunmaktaydı.


Bu genelev, tarihte reklamı yapılan ilk müessesedir. Kentin büyük tiyatrosuna giden mermer yolun ortasına yakın bir yere kazılmış ayak izi ve yanındaki bayan figürü geneleve giden yolu göstermektedir. Bu ayak izinin öyküsü çok enteresan: iz, şehrin en iyi ve en çok aranan fahişesinin sol ayağının iziymiş. Bu hanım kente yeni gelenlerin kendisini kolayca bulabilmeleri için izi bir çeşit yön tabelası niyetine koymuş oraya; çünkü parmakların ucu 100 m. ilerdeki genelevi gösterir konumda. izin yanında bir kavşak işareti, bir bayan, bir taç ve bir kalp de var. Arkeologlar bu antik reklam panosunun yorumunu şöyle yapıyorlar: "Kraliçeler kadar güzel olan benim aşkımı istiyorsanız kavşakta soldaki eve gelin!"


Başka bir araştırma grubu tabelada para olduğunu, bu durumda açıklamanın, "parası olan ve aşk arayanlar yolun sonundaki güzeli görün" şeklinde olacağını savunmuşlar.


Ayrıca, genelevin tam karşısı Celsus kitaplığı ve bu iki bina arasında yeraltı geçidi var. Bu durum, kentin önemli şahsiyetlerinin gizlice geneleve gitme olasılığını hatırlattı bana. Önemli şahsiyetler ya da eşlerinden korkan Romalılar.. Geneleve değil de kütüphaneye gidiyor görünmeleri onları dışarı karşı düzgün bir insan gibi gösterirken aslında direkt kapısından geneleve girmeleri onların daha yalansız bir adam olacağı gerçeğini değiştirmiyor.. Madem yapıyorsunuz arkasında durun..
Kaynakça
Keskin, Naci, Efes, 2002.

15 Ocak 2007

Arkeologsanız..

Arkeologsanız, 50 küsür derece sıcaklığı daha sabahın ilk saatlerinde hissedeceğinizi bile bile her sabahın 5' inde uflayıp, puflamadan yataktan enerjiyle dolu olarak uyanırsınız.. Çünkü arkeoloji bir aşktır..

Arkeologsanız, toprak başka görünür size, şiirdir aslında toprak, dizelerini çözmeniz gereken..

Arkeologsanız, mermer aslında bir tanrıçadır, gözlerine baktığınızda ne zaman ve kimin yardımıyla doğduğunu söyler..

Arkeologsanız, yere düşen peyniri yıkamaya bile gerek duymazsınız; yer topraktır, toprak şiirdir, şiir tarihtir, tarih burada olma sebebimizdir..

Arkeologsanız bir sürü kitap içinde boğulursunuz, aslında boğulan kitaptır, o anlatırken siz yaşarsınız..

Arkeologsanız hissedersiniz, mantık kurarsınız, karşılaştırma yaparsınız ama en çok hissedersiniz..

Arkeologsanız heyecanla ne çıkacağını beklediğiniz sondaj kazısında foseptik çıksa bile yıkılmazsınız..

Arkeologsanız mikyası, metreyi başka kavrarsınız elinizde, o sizin gözünüzdür yanınızdan ayırmazsınız..

Arkeologsanız umduğunuzu değil, bulduğunuzu yersiniz..

Arkeologsanız yeni böcek türleri tanırsınız, biyolog değil arkeologsunuzdur ama herhangi bir tehlikeye karşı arazideki tüm böcek türleri hakkında geniş bir döküman edinirsiniz..

Arkeologsanız akşam şişmiş ayaklarınızla bulduğunuz, dokunduğunuz ilk yere uzanırken uyuyakalırsınız..

Arkeologsanız rüyanızda bile arkeologsunuzdur..

Molla Fenari İsa Camii

Fatih'de Vatan Caddesi ile Halıcılar Caddesinin birleştiği noktada sağ köşe üzerinde bulunmaktadır. Farklı devirlerde inşa edilmiş birbirine bitişik iki kilisesi ve mezar şapelinden oluşan yapı Bizans eseridir. Esası Constantinos Lips Manastırı'dır. 907 yılında ölen Costantinos Lips tarafından manastırın kilisesi olarak yaptırılıp Meryem'e ithaf edilmiştir. Bizans imparatorluğu'nun son sülalesi olan Paleologoslar döneminde bazı yeni kiliseler inşa edilmiş, diğerleri ise onarılmıştır. imparator II. Mikhail'in (1261-82) eşi Theodora, 907 tarihli Constantin Lips Manastırı Kilisesinin yanına Vaftizci Yahya'ya adadığı loannes Prodromos Kilisesi (Fenari isa Camii)'ni inşa ettirmiştir. Yapıda iki kilise bulunmaktadır. Kuzey kilise, Constantinos Lips; güney kilise ise, Theodora tarafından yapılmıştır.


14. yy'da kuzey ve güney kiliseyi batı ve güneyden saran L biçimli paraklesion* eklenmiştir. İçinde yaklaşık 20 adet mermer lahit bulunmaktadır.


Yapı II. Bayezid Dönemi'nde 15.yüzyıl sonlarında Osmanlı ulema ailesinden Fenarizadelerden Alaeddin Ali Efendi tarafından camiye çevrilmiş, manastır da zaviyeye dönüştürülmüştür.


Molla Fenari isa Camii'ni mimarlık tarihi açısından önemli kılan özellik ise, Kubbenin dört tarafında, dört küçük şapelin bulunmasıdır. Bu özelliği başka hiçbir Bizans kilisesinde bulmak mümkün değil.


*: Bazı kiliselerin bitişiğinde yapılan ek yapı; şapel veya mezar şapeli.

14 Ocak 2007

Odysseus'a Bir Şiir..

Kolları Bağlı Odysseus

1.
Kara gemi Okeanos ırmağının
Akıntısından kurtulup tanrısal
Denizde Ayaye adasına varınca
Onu kumsala çektik ve uykuya
Dalarak tanrısal şafağı bekledik.
Sabah sisi içinde doğan
Gül parmaklı şafak
Elpenor'un yüzüstü yatan ölüsünü
Bulmuştu ilk önce kıyıda.
Martı leşleri ve deniz kabukları arasına
Törenle gömdük onu kederli
Gönülle ve yanık yüzlü şaraptan
içerek dinledik Kirke'yi.

2.
Tanrıçaların en tanrısalı
Güzel belikli Kirke eyitti:
"Sen Odysseus iki ölümlüsün
Hades'i gördün daha yaşarken
Güneş doğmayan neşesiz ülkeyi
Günlerce karanlıkta kaldın
Çünkü ithaca yaşatıyordu seni
Tanrısal denizde ordan oraya
Bin yıldır aradığın ada...
Konağının sarsılmaz temeli
ikarios kızı Penelopeia
Ve erdemli dölün Telemakhos
Bütün ülkün ve sevgin olan ithaca."

3.
"iyi dinle söyleyeceklerimi
Her şeyi olduğu gibi anlatacağım sana
Ki yeni uğursuzluklar yüzünden
Denizler ortasında kalma bir daha.
Önce Sirenlere rast geleceksiniz
Koruyun onlardan kendinizi
Yabansı ezgilerle büyüleneceksin
Ordan çarçabuk uzaklaşmalı ki
Büsbütün yok olmasın ithaca.
Sirenleri aştıktan sonra kürekçilerin
iki yol çıkacak karşına birden
Acaba bunlardan hangisi?
Artık onu orda sen bileceksin!"

4.
Oysa ithaca'yı hiç görmemiştim
Penelopeia yoktu, Telemakhos da,
Ama ithaca kafamda onlardan kurulu idi.
Tanrıçaların en tanrısalı
Kirke'nin bile söyleyemediği
Bu yolu bulup geçeceğim;
Ama ne denli güç olursa olsun
Bilerek varmak istiyorum şimdi
Sirenlerin ezgilerini dinleyeceğim
Dedim ve büyük bir mum peteğini
Tunç hançer ucu ile ezdim çabucak
Tıkadım kürekçilerin kulaklarını bir bir
Orta direğe bağlattım kendimi.

5.
Kürekçilerim hasatsız denizi
Köpürttüler kürekleriyle,
Tez yürüyüşlü gemi gün batarken
Ulaştı Sirenlerin adasına,
Yüreğim kopacak gibiydi
Kanatlanıp uçacak gibiydi, ama
Sirenlerin izi bile yoktu ortada.
Yalnız bir ezgi, ta derinden
Ta içerimden gelen bir ezgi
Başladı yavaş yavaş yükselmeye;
O yabansı, o büyülü türküleri ben
Söylüyordum sağır gemicilere
Yalnız ben duyuyordum Sirenleri.
Kirke, bilge tanrıça, selam sana!
Sağ salim geçtim kendimi.


Melih Cevdet Anday

13 Ocak 2007

'Cengiz Han' ve Mirasçıları

Topkapı Sarayı ve Süleymaniye Kütüphanesi'nden Türk koleksiyonları ile zenginleşen 'Cengiz Han ve Mirasçıları: Büyük Moğol İmparatorluğu' adlı sergi, sanatseverleri tarihi bir yolculuğa çıkaracak. 8 Nisan 2007'ye kadar (salı, perşembe, cuma ve pazar günleri 10.00-18.00 saatleri arasında, çarşamba ve cumartesi günleri 10.00-22.00 saatleri arasında) Sabancı Müzesi'nde ziyaret edilebilecek. Sergide 38 koleksiyon ve 600'ü aşkın eser yer alıyor. Dünya tarihinin en büyük, en güçlü ve toprakları en geniş devleti Moğol İmparatorluğu'nun kuruluşunun 800'üncü yılında gerçekleşen sergide imparatorluğun öyküsü, en yeni arkeolojik keşifler, hazine parçaları, muhteşem silah ve zırhlar, minyatürlü elyazmaları, eski haritalar, tekstil, seramik eserler ve Moğol Budizmi'nin rengarenk dünyasını tanıtan nadir dinsel objelerle anlatılıyor. Sergide Cengiz Han'ın en çok bilinen portresi, ülkeyi bir uçtan öte yana geçmeyi kolaylaştıran 'payza' adı verilen pasaport, devletin yetkisini temsil eden dokuz tuğ ile orduyu temsil eden kara tuğ, Papa IV İnnocento'nun Moğolları barışa davet eden ve artık Hıristiyan topraklarına saldırmaması ricasını içeren mektubuna Güyük Han'ın verdiği cevap da yer alıyor.

Aydınlatma Aracı Olarak KANDİLLER

Ateşin kontrol altına alınmasıyla ortaya çıkan aydınlatma araçlarından kandil, aydınlatma işlevini koruyarak günümüze kadar gelmiştir. Antik Çağ’da mezar hediyesi, yeni yıl hediyesi, Tanrı’nın ışığı olarak kutsal anlam içermesi, adak olarak sunulması gibi işlevleri bulunan kandil, günümüzde şehirlerde dekoratif bir süs eşyası olarak kullanılırken, köylerde halen aydınlatma işlevini sürdürmüştür.
Aydınlatma işlevli kandiller önceleri sadece evlerde kullanılmış olmalıdır. İlk kandiller çanak şekilli olduğundan bunları taşımak zordu ve bunlar muhtemelen sabit duruyorlardı. Sonraları, kandil formunun değişmesi yani üzerinin kapanması ile bunlar genel mekanların, agoraların ve sokakların aydınlatılmasında baş rolde yer almışlar. İki burnu olan kandillerle (bilychnis) ikiden fazla burnu olan kandiller (polymyxus) daha çok cadde ve sokaklarda fazla ışık sağlamak amacıyla kullanılmışlardır.
Antik çağ boyunca tapınaklara, mezarlara ve ev temellerine adanan kandillerle karşılaşılır. Tapınaklara adanan kandiller bir Tanrı ya da Tanrıçaya adanmıştır. Bunlar daha çok insanların Tanrılarına şükranlarını sunması için adanan kandillerdir.
Mezarlarda adak kandilleri dışında hediye olarak bırakılmış kandillerle fonksiyonel kandiller de vardır. Bu kandiller, ölünün öbür dünyada kullanılması inancıyla bırakılmış olmalıdırlar. Çünkü ölülerin gittiği öbür dünya, inanışta karanlık bir yerdir. Bir diğer bırakılma nedeni, ölüyü gömüye hazırlayanların ve mezarlara belli zamanlarda yapılan ziyaretlerde ölü yakınlarının kullanması içindir.
Aydınlatma, adak ve mezar hediyesi amaçlarından başka yeni yıl hediyesi olan kandiller de zaman içinde karşımıza çıkar. Bunlar, üzerinde “mutlu ve verimli yeni yıl” yazan, daha çok temenni kandilleridir. Bunlar daha çok Roma geleneğine dayanır.
Kandiller günümüze yaklaştıkça daha çok dini yapılarda kullanılan aydınlatma aracı olarak ortaya çıkış işlevlerini korumuşlardır.
Antik çağda yaygın olan ve seri üretilen kandiller zamanla endüstri haline gelmiştir. Üretildikleri bölgeden hayvanlar veya gemilerle diğer bölgelere aktarılan kandillerin fiyatları hakkında kesin bilgimiz yok.
En erken kandil kullanımının Erken Paleolitik çağa kadar iner. Bu kandiller taş bir kase biçimindeydi. Ayrıca ilk kandil örnekleri arasında deniz kabukları da sayılabilir.
Dönem ilerledikçe insanlar kendi yaptıkları pişmiş toprak küçük çanakları kandil olarak kullanmışlardır. Bronz çağına gelindiğinde bu çanak şekilli, elde şekillendirilen kandillerin bir tarafının fitili koymak için dışarı doğru büküldüğü görülür. Demir çağında bu formu koruyan kandilin derinleştiği ve fitil koymak için bükülmüş kısmın daraldığı gözlenir.
Bundan yaklaşık 400–500 yıl sonra kandillerin infundibulum kısımlarına delikler yapıldığı görülür ki bu Arkaik döneme rastlar. Bu deliklerin etrafı da içine konan yağın dışarı taşmaması için yükseltilmiştir. Bu dönemde henüz discus kısımları oluşmamış kandillerin burun kısmı oluşmuş ve burun kısımları gövdeye bitişiktir.
Klasik dönemde eklenen kulp, kandile büyük işlevsellik kazandırarak onun taşınan bir ışık kaynağı olmasında önemli rol oynamıştır. Bu dönemde özellikle stilize bant kulplar kullanılmıştır. Kandillerin esas kulp profili bir sonraki devir yani Hellenistik dönemde şekillenir.
Kandillerin discus kısmının belirginleşmesi Hellenistik devre rastlar. Kandillerde belirginleşen kaide kısmı dikkat çeker. Kandil tiplerinde bölgelere göre çeşitlilik ortaya çıkar. Discus deliği oldukça küçülür.
Roma döneminde, Hellenistik devrin, gövdeden belirgin bir şekilde ayrılan kaide formunun yerini, düzleşmiş ve zemine tam oturan tabanlar almıştır. Roma Dönemi’ne gelindiğinde gövde kısalmış, basık discoid bir görünüm almıştır. Omuz daralmış ve dik bir profille alt gövdeye geçiş başlamıştır.
M.S. 3. yy’daki savaşlardan ötürü kandil endüstrisi zayıflamış ve bu tarihten sonra kandillerin, zaman zaman değişikliğe uğrasalar da kötü taklitleri yapılmıştır.
Hristiyanlığın egemen olduğu Bizans döneminde doğal olarak kandiller üzerinde haç gibi Hristiyanlıkla ilgili betimlemeler yer alır. Roma sanatından olduğu gibi etkilenen Bizans sanatı, onun geleneğini sürdürerek, sanat eserlerine yeni eklentiler yapmışlardır. Kulpların haç şeklini alıp, uzadığı örnekler görülür. Bizans üzerinde egemen güç olan Hristiyanlığın kandiller üzerindeki etkisi de açıkça görülür. Bu dönemde kandillerin kaideleri tekrar yükselmeye başlar.
İslami dünyada büyük ölçüde dini nitelik kazanan kandiller, Tanrının ışığı gibi görülüp önemli ölçüde değer kazanmışlardır. Bu dönemde kandillerin vazo şeklini alıp, boyutları büyür ki bunun nedeni de, cami gibi büyük mekanları aydınlatmada kullanılmaları ve oraya yeterli ışığı sağlamalarını istemektir.
Günümüzde de halen devam eden ve ilk defa M.S. 17. yy’da ortaya çıkan, kandillerle yazılan yazı yani mahya sanatı, dekoratif bir aydınlatma unsuru olup, kandillerin taşınabilir ışık kaynakları olmasının etkisidir.
Kandillerin yüzyıllar boyu bu evrelerden geçmesi, şekil ve işlevinde farklılıkların meydana gelmesinin nedeni, insanoğlunun yenilik ve değişikliğe doyumsuzluğu olarak gösterilebilir. Günümüzde yapılan yeni keşiflerin yanı sıra eskiye bağlılık da devam eder. Bunun, tez konumla ilgili olmasından dolayı da, en güzel örneği, antik çağda kullanılan yağ lambalarının yani kandillerin günümüzde dekoratif amaçlı kullanılması gösterilebilir. Bunlar elektrik kesintisinde devreye girer diye düşünülse de özellikle şehirlerde ışıldak denen pille çalışan aydınlatma araçları kullanılmaktadır. Yağ ve gaz lambaları, bugün elektriğin olmadığı kırsal kesimlerde işlevsel olarak halen kullanılmaktadır.

12 Ocak 2007

Osman Hamdi Bey kimdir?


Osman Hamdi Bey, kendi kuşağının diğer sanatçıları arasında bir kültür adamı kimliğiyle sivrilmiş ve ayrıcalıklı bir yere sahip olmuştur. Osman Hamdi, dönemin sadrazamı İbrahim Edhem Paşa'nın oğludur. Babası tarafından hukuk öğrenimi görmek üzere 1860 yılında Paris'e gönderilmiştir. Batı kültürüyle yetiştiği bir aile ortamından çıkan Osman Hamdi, Paris’te bir yandan hukuk öğrenimini sürdürmüş diğer yandan Paris Güzel Sanatlar Yüksekokulu'nda ve özel atölyelerde resim dersleri almıştır. Sanat alanındaki gelişmelerin merkezi konumundaki Paris'te, orieantalist ressam Jean- Leon Gerome'un atölyesinde çalışmıştır. Batının, doğuya ve Osmanlı’ya yönelik tutumunun ön yargılı ve bir anlamda küçümseyici olduğu, Osmanlı topraklarını bir sömürge alanı olarak görmeye başladığı bir dönemde Avrupa'da orientalist resimler özel bir ilgi alanı oluşturmaktadır. Bu resimler bir yandan farklı bir kültürün kapılarını aralarken öte yandan da bu kültüre batının bakış açısını ortaya koymakta, doğu insanını hiçbir şey yapmayan, tembel ve yabanıl yönleriyle yansıtmaktadır. Bu dünyanın kadını ise, daha çok harem sahnelerinde çıplak olarak ve cinsel obje kimliğiyle ön plana çıkartılmıştır.

Üslup açısından akademik anlayışa bağlı olan ve bir yenilik getirmeyen oryantalist resmin en önemli temsilcilerinden Gerome'un Paris'teki atölyesi, aynı zamanda doğuya ait çok sayıda objenin bulunduğu küçük bir müze gibidir. Ancak Osman Hamdi Bey, içinden çıktığı kültürün gerçeklerini bilmektedir ve resimlerinde hocasının anlayışına karşı çıkan bir yaklaşımı benimseyecektir. 1867'de Paris Dünya Sergisi'nin hazırlık çalışmalarına da katılmış olan Osman Hamdi'nin resim kariyeri ve sanat görüşü büyük ölçüde Paris döneminde biçimlenmiştir.


1869'da Paris'ten ayrılan Osman Hamdi'nin yaptığı arkeolojik kazılar, ülkenin topraklarına ait kültürel değerleri sahiplenme bilinciyle çıkardığı Eski Eserler Kanunu, kurduğu Arkeoloji Müzesi ve güzel sanatlar alanında eğitim veren ilk kurum olan Sanayi-i Nefise Mektebi Alisi ile, bu süreçte bir kültür adamı olarak çok önemli etkinliklere imza atmıştır. Bu yönüyle Türkiye'de arkeolojiyi başlatan ilk kişi olarak da bilinir. Müzenin ve Sanayi-i Nefise(1883)'nin müdürlüklerini de üstlenmiş olan bu çok yönlü kişilik, bir yandan da sanatsal üretimini sürdürmüş, düzenlenen az sayıdaki sergiye de katılmıştır.


1884 yılında eski eserlerin yurt dışına çıkarılmalarını yasaklayan ve o gün için Türk müzeciliği ve eski eserlerin korunması bakımından büyük bir adım olan Asar-ı Atîka Nizamnamesi'ni çıkararak uygulamaya koydu.
Osman Hamdi Bey Nemrud Dağı, Lagina Tapınağı ve Sayda'da kazılar yaptı. Sayda kazısında bulduğu ve arkeoloji dünyasının baş yapıtları kabul edilen, aralarında İskender Lahdi'nin de bulunduğu lahitler ve diğer eserlerin sergilenmesi için, büyük bir ileri görüşlülükle ilk Türk müze binası olan bugünkü İstanbul Arkeoloji Müzesi'nin 1881 yılında temelin attı ve 1891'de hizmete açtı.


Osman Hamdi Bey'in resimleri, bir anlamda batının orientalizmine bir tepkidir. O, kendi içinden çıktığı kültürü tüm gerçekliğiyle ifade etmiştir. Resimlerinin çoğunda vermek istediği bir mesaj vardır.


Osman Hamdi Bey'in bazı eserleri,


Kahve Ocağı (1879), Haremden (1880), İki Müzisyen Kız (1880), Kuran Okuyan Kız (1880), Çarşaflanan Kadınlar (1880), Vazo Yerleştiren Kız (1881), Gebze'den Manzara (1881), Çekik Gözlü Kız-Tevfika (1882), Türbe Ziyaretinde İki Genç Kız 1, Türbe Ziyaretinde iki Genç Kız 2 (1890), Feraceli Kadınlar (1904), Pembe Başlıklı Kız (1904), Kaplumbağa Terbiyecisi (1906), Mimozalı Kadın (1906), Şehzade Türbesinde Derviş (1908), Silah Taciri (1908), Beyaz Entarili Kız (1908), Sarı Kurdeleli Kız (1909) 'dır.


Resimlerinde sık sık, Kandiller, Rahleler, Kuran muhafazaları, Kitaplar, Şamdanlar, Halılar, İşlemeli Örtüler, Silahlar, Ayakkabılar, Hat levhaları, Musiki aletleri, Tenteler, Şemsiyeler, Köpekler, Kuşlar, Lahitler (Türbe iç mekanları), Buhurdanlıklar, Buhur Dumanı, Çiçekler ve Vazolar kullanan ressam olup, yapıtlarında kullandığı insan tipleri şunlardır; kendisi, karısı, ailesi, gebze ve ev halkı. Ayrıca bir tablosunda üç tane figürde de kendisini kullanmıştır.

Sanayileşen Batı'nın Doğu'yu sömürgeleştirmesinin resim sanatına yansıması olan Orientalizm akımının son yıllarında (1860- 1869 döneminde), Paris'te Gerome'un öğrencisi olan Osman Hamdi Bey'in ülkesine döndükten sonra gerçekleştirdiği yapıtlarında Doğu ile Batı'nın, inanç ile aşkın, yaşam ile ölümün ikileminin izleri sürülebilir. Onun yaşamının ve sanatının bir başka belirleyici olgusu, yeni gelişen arkeoloji biliminin Ön Asya'daki en önemli etkinliklerinden birisinin yaratıcısı olmasıdır: İstanbul Arkeoloji Müzesi'nin kuruculuğu ve otuz yıla yaklaşan bir süre onun Müdürlüğü ve sayısız önemli kazının yönetimi gibi. Binlerce yıllık sanat yapıtlarının korunması için harcadığı çabalar, ressamın yaşamın anlamı ve gelip geçiciliğinin hüznünün onun içine işlemesinde etken olmuş olmalıdır.


Kaynakça

GÜREL, H.Nur; "Osman Hamdi Bey ve İkonografisi", Genç Sanat, Şubat 1999.

http://www.sanalmuze.org/arastirarakogrenmek/osmanhamdi.htm

Arkeoloji nedir?


arkaios ve logos kelimelerinin bileşiminden oluşup, eski bilim, eskinin bilimi gibi anlamlara gelir ve eski kültürlere/varlıklara ait sanat eserlerini inceleyip, onları tarif ve tasnife tabi tutan, tarihlendiren ve yorumlayan bilim dalıdır.