30 Ocak 2007
29 Ocak 2007
Kyzikos Kazılarına 100 bin YTL
Yazar:
parkeolog
0
Yorum
Denizli'de Tarihi Bir Aile Mezarı Bulundu
www.haber7.com dan alınmıştır.
Yazar:
parkeolog
0
Yorum
25 Ocak 2007
Midas'ın Eşek Kulakları..

Mousa’lar* ve Phrygia kralı Midas’ın hakem olarak; Tmolos(Bozdağ)’ın ise, yargıç olarak bulundukları müsabakada yarışma sonuç vermez. Bunun üzerine Apollon enstrümanları ters tutup çalmayı teklif etmiş. Marsyas kabul edince, Apollon lyrayı ters

Midas, Marsyas’ın flütünü tersten çalamamasının karşısında yine de flütün daha üstün olduğunu söyleyince, Apollon iyi işitmesi için onun kulaklarını eşek kulaklarına çevirdi. Bu durumdan oldukça utanan Midas kulaklarını hep sakladı, ta ki saçlarını kesen bir berber görünceye kadar.. Kral, berberi ölümle tehdit ederek bu sırrı saklamasını söyledi. Berber bu sırrı uzun süre saklayamadı. Korkusundan kimseye söyleyemedi ama toprağa fısıldadı: “Kral Midas eşek kulaklıdır.” Bunu söyleyince rahatlamasına rahatladı da, fısıldadığı yerdeki kamışlar rüzgâr her estiğinde, “Kral Midas eşek kulaklıdır” diye her tarafa dağıttılar bu sırrı..
*: İlham perileri.
Kaynakça
CAN, Şefik, Klasik Yunan Mitolojisi.
ERHAT, Azra, Mitoloji Sözlüğü, 2001.
Yazar:
parkeolog
0
Yorum
21 Ocak 2007
Tarihi Dayanak

İngiltere’nin Southampton kentinde bir arkeoloji müzesinin akılmaz cehalet örneği ortaya çıktı. Arkeologlar, Mısır Kralı Taharga’nın heykelinin, yüz yıllık gecikmeyle hemen burunlarının dibinde olduğunu fark etti. 2700 yıllık paha biçilmez eser, Tanrı’nın Evi Kulesi adlı arkeolojik müzenin bodrumunda, yıllardır çalışanların bisikletlerinin "dayanağı" olarak kullanılıyordu.
Yaklaşık bir metre boyundaki heykel, müzeyi ziyarete gelen iki eski Mısır uzmanı tarafından şans eseri keşfedildi. İki uzmanın haberdar ettiği British Museum’dan Mısır eserleri yetkilisi Vivian Davies, Londra’dan gelir gelmez bunun "İnanılmaz heyecan verici önemli bir parça olduğunu, heykelin M.Ö. 7. yüzyıla dayandığını" tespit etti. 3 bin yıl önce hüküm süren ve birçok tapınak yaptırmasıyla tanınan Kral Taharga’nın heykeli, bugünkü Sudan’da günyüzüne çıkartılmış olmalı. 25’inci hanedan krallarından Taharga, Asur Kralı’yla Mısır için savaşmış, İncil’de dahi adı geçen önemli bir şahsiyet.
Bu derece değerli ve ender bulunan eserin Southampton’a nasıl geldiğiyse meçhul. Müzenin kuratörü Karen Wardley, The Times gazetesine yaptığı açıklamada, "Kimsenin değeri hakkında fikri yoktu. Çok heyecanlandık. Müze çalışanları tarafından bisikletlerine dayanak olarak kullanılıyordu" dedi. Yıllarca hakettiği ilgiyi bulamayan eser şimdi, “gerekli güvenlik önlemleri” alındıktan sonra, müzenin sanat galerisinde sergilenecek.
Yazar:
parkeolog
0
Yorum
19 Ocak 2007
Mysteryler Villası

Triclinium, 15x25 ayak ölçülerinde, villanın girişinde sağ tarafa yerleştirilmiştir.


İkinci grupta, törenin başlamasına ilişkin bir hareket veya ayinin başlamasına hazırlık


Dördüncü grupta mitolojik karakterler ve müzik öyküsel bir dille veriliyor.




Sekinci sahne, Dionysiak ayinin sonrasını anlatır. Ayine uğrayan kadın, hemen



Dokuzuncu sahnede evlilik için gelinin hazırlanması betimlenmiş. Oturan gelinin elbisesi göğüs altında döndürülmüştür ki, bu da M.Ö. 4. yy özelliklerinden biridir. Gelinin arkasındaki ayakta duran hizmetçi, onun saçını düzeltmesine yardım eder. Sahnedeki Eros ise, elindeki aynayla gelinin görüntüsünü yansıtıyor.
Son sahnede ise bir Eros figürü görülüyor. Eros, eli çenesinde, M.Ö. 4.yy özelliği olarak bir desteğe yaslanmış olayı izliyor.
Tablinium, ev sahibinin oturmasına mahsus bir aile odası. Mysteryler Villasındaki tabliniumun duvar freskleri siyah




D) Girlandlı Kolonad
Planda tricliniumun üst kısmında görülen mekan. Odaya ilk bakışta çok renklilik göze çarpıyor. Mimari bir yapı betimlenmiş olan duvar resminde, siyah arka plan üzerine yapılan girland bezemesiyle hareket getirilmiş. Panellere ayırma burada da görülüyor. Her bir sütun, aralarında bir panel boş bırakılmak suretiyle, panellerin ortalarına yerleştirilmişler. Sütunların başlıkları İon tipinde, kaideleri de Atik-İon. Paneller, tricliniumdaki gibi kademeli çerçevelerle belirtilmiş. Duvarlarda kırmızı, yeşil, sarı ve tonları kullanılmış.
E) Diğer Duvar Resimleri
Villada genel olarak mimari yapı çizimleri hakim. Villa içinden bir mekana ait freskte korinth düzeninde bir yapı görülüyor ki bu muhteşem bir üç boyutluluk sergiliyor. Burada üç boyutluluk yapı içinde yapı yapılarak verilmiş. Sütunların üzerinde figürlü korinth başlığı, onun üzerinde arşitrav, onun da üzerinde friz yer alıyor. Friz boş bırakılmış ama bir yerde cepheden yapılmış medusa başı görülüyor. Bu yapının arka kısmında silindirik ve sütunlarla çevrili bir yapı göze çarpıyor.
-Mysteryler Villası, II. Stile dahil olmasına rağmen I. ve III. Stil özelliklerini kuvvetli olarak yansıtır. Duvar resimlerinde sade panellere ayırma ile I. stilin mirasını yaşatırken figürlü betimlemelerden dolayı II. Stile verilir. Bazı odalarda figürlerin küçülmesi ile III. Stile geçişin izleri görülür. Mükemmel bir üç boyutluluk izlenen villanın duvar resimlerinde yer yer mimari ögeler, yer yer figüratif bezemeler görülür.
*Orphik (ya da Orfeizm, yani Orpheus Tarikatı): Bir din hareketi olan Orphik; şarkıcı, kahin, büyücü Orpheus'a bağlanır: Orpheus, Orphik dinin kurucusu sayılır. Trakya'da doğan bu hareket, oradan VI. yüzyılda Yunanistan'a ve aşağı İtalya'ya geçti. Orphik dionysik-mistik bir kurtuluş dinidir. Homeros’taki tanrıların dindiremedikleri bir ruh ihtiyacını karşılar, giderir. Orphikçilerin öğretileri, filozof Pythagoras (M.Ö. VI. yüzyıl)'ın felsefesine derin bir etki yapmıştır.
BOETHIUS, A., Ward, J.B., Perkins, 1970, Etruscan And Roman Architecture, Penguin Books.
HEWSON, David, The Villa of Mysteries, 2005.
JACKSON, James, W., “Villa of the Mysteries, Pompeii”, http://www.art-and-archaeology.com/timelines/rome/empire/vm/villaofthemysteries.html, 11 Mart 2006.
“Villa of the Mysteries, Pompeii”, http://www.roguery.com/cities/naples/visiting/city/villa/villa.html, 11 Mart 2006.
Yazar:
parkeolog
0
Yorum
18 Ocak 2007
Hayalet Kent Pompei

Pompei’nin başlıca geliri ise şarap ve yağ ticareti idi. M.Ö. 89 yılında Romalılar tarafından işgal edilerek koloni haline getirildi. M.Ö. 1. yy.’da Romalılar şehri eşi benzeri görülmemiş bir eğlence merkezi haline getirdiler. Yapılan kazılardan anlaşıldığına göre zenginliğin akıl-almaz boyutlara yükseldiği Pompei, günden güne gayrı ahlaki bir duruma giriyor, şehrin her köşesinde fuhuş evleri boy gösteriyordu. Forum, tapınaklar, tiyatrolar, bazilikalar, caddeler, atölyeler, kenar mahalleler, bu mahallelerin dükkanları ve küçük karanlık hamamları, meyhaneler, çamaşırhaneler, mısır öğütmek için kullanılan değirmenler, fırınlar,evlerin ve hamamların ısıtma sistemleri, kumarhaneler, batakhaneler, hanlar, şehri gezenler tarafından bugün bile fark edilebiliyor.
24 Ağustos 79’ da Vezüv yanardağının patlamasıyla etrafındaki Herculaneum ve Pompeii kentleri dünya yüzeyinden silindiler. İki gün süren korkunç patlamalar sonunda şehir, kalınlığı 6 metreyi bulan lavların altında kaldı. Hatta insanlar zaman geçtikçe bu kasabaların isimlerini bile unuttular. Taşlaşmış insan vücutları, duvar resimleri, mozaikler, mobilyalar ve mutfak eşyaları şu anda Napoli Müzesi’nde sergilenmektedir.


18. yy ortasında, bilim adamlarının Napoli’ye seyahati sırasında elde ettikleri bulguları birleştirmesiyle bu kentler ortaya çıktı. Böylece, bu iki kent Klasik dünyaya aniden damgasını vurdu. Ayrıca Herculaneum ve Pompeii keşifleri, felsefe, sanat, mimari ve edebiyat alanlarında önemli rol oynadı.
Pompei, Dünya üzerinde Roma'lıların yerleşimi hakkında en kapsamlı bilgiyi veren arkeolojik alandır. Küller altında taşlaşan Pompei, Antik Roma dünyasına ilişkin çok önemli ipuçları içermesiyle büyük önem taşıyan bir kenttir.
Yazar:
parkeolog
0
Yorum
16 Ocak 2007
Efes / Genelev / Reklam


Ayrıca, genelevin tam karşısı Celsus kitaplığı ve bu iki bina arasında yeraltı geçidi var. Bu durum, kentin önemli şahsiyetlerinin gizlice geneleve gitme olasılığını hatırlattı bana. Önemli şahsiyetler ya da eşlerinden korkan Romalılar.. Geneleve değil de kütüphaneye gidiyor görünmeleri onları dışarı karşı düzgün bir insan gibi gösterirken aslında direkt kapısından geneleve girmeleri onların daha yalansız bir adam olacağı gerçeğini değiştirmiyor.. Madem yapıyorsunuz arkasında durun..
Yazar:
parkeolog
0
Yorum
15 Ocak 2007
Arkeologsanız..
Yazar:
parkeolog
0
Yorum
Molla Fenari İsa Camii

Yazar:
parkeolog
0
Yorum
14 Ocak 2007
Odysseus'a Bir Şiir..
Kolları Bağlı Odysseus
1.
Kara gemi Okeanos ırmağının
Akıntısından kurtulup tanrısal
Denizde Ayaye adasına varınca
Onu kumsala çektik ve uykuya
Dalarak tanrısal şafağı bekledik.
Sabah sisi içinde doğan
Gül parmaklı şafak
Elpenor'un yüzüstü yatan ölüsünü
Bulmuştu ilk önce kıyıda.
Martı leşleri ve deniz kabukları arasına
Törenle gömdük onu kederli
Gönülle ve yanık yüzlü şaraptan
içerek dinledik Kirke'yi.
2.
Tanrıçaların en tanrısalı
Güzel belikli Kirke eyitti:
"Sen Odysseus iki ölümlüsün
Hades'i gördün daha yaşarken
Güneş doğmayan neşesiz ülkeyi
Günlerce karanlıkta kaldın
Çünkü ithaca yaşatıyordu seni
Tanrısal denizde ordan oraya
Bin yıldır aradığın ada...
Konağının sarsılmaz temeli
ikarios kızı Penelopeia
Ve erdemli dölün Telemakhos
Bütün ülkün ve sevgin olan ithaca."
3.
"iyi dinle söyleyeceklerimi
Her şeyi olduğu gibi anlatacağım sana
Ki yeni uğursuzluklar yüzünden
Denizler ortasında kalma bir daha.
Önce Sirenlere rast geleceksiniz
Koruyun onlardan kendinizi
Yabansı ezgilerle büyüleneceksin
Ordan çarçabuk uzaklaşmalı ki
Büsbütün yok olmasın ithaca.
Sirenleri aştıktan sonra kürekçilerin
iki yol çıkacak karşına birden
Acaba bunlardan hangisi?
Artık onu orda sen bileceksin!"
4.
Oysa ithaca'yı hiç görmemiştim
Penelopeia yoktu, Telemakhos da,
Ama ithaca kafamda onlardan kurulu idi.
Tanrıçaların en tanrısalı
Kirke'nin bile söyleyemediği
Bu yolu bulup geçeceğim;
Ama ne denli güç olursa olsun
Bilerek varmak istiyorum şimdi
Sirenlerin ezgilerini dinleyeceğim
Dedim ve büyük bir mum peteğini
Tunç hançer ucu ile ezdim çabucak
Tıkadım kürekçilerin kulaklarını bir bir
Orta direğe bağlattım kendimi.
5.
Kürekçilerim hasatsız denizi
Köpürttüler kürekleriyle,
Tez yürüyüşlü gemi gün batarken
Ulaştı Sirenlerin adasına,
Yüreğim kopacak gibiydi
Kanatlanıp uçacak gibiydi, ama
Sirenlerin izi bile yoktu ortada.
Yalnız bir ezgi, ta derinden
Ta içerimden gelen bir ezgi
Başladı yavaş yavaş yükselmeye;
O yabansı, o büyülü türküleri ben
Söylüyordum sağır gemicilere
Yalnız ben duyuyordum Sirenleri.
Kirke, bilge tanrıça, selam sana!
Sağ salim geçtim kendimi.
Melih Cevdet Anday
Yazar:
parkeolog
0
Yorum
13 Ocak 2007
'Cengiz Han' ve Mirasçıları

Yazar:
parkeolog
0
Yorum
Aydınlatma Aracı Olarak KANDİLLER

Aydınlatma işlevli kandiller önceleri sadece evlerde kullanılmış olmalıdır. İlk kandiller çanak şekilli olduğundan bunları taşımak zordu ve bunlar muhtemelen sabit duruyorlardı. Sonraları, kandil formunun değişmesi yani üzerinin kapanması ile bunlar genel mekanların, agoraların ve sokakların aydınlatılmasında baş rolde yer almışlar. İki burnu olan kandillerle (bilychnis) ikiden fazla burnu olan kandiller (polymyxus) daha çok cadde ve sokaklarda fazla ışık sağlamak amacıyla kullanılmışlardır.

Antik çağ boyunca tapınaklara, mezarlara ve ev temellerine adanan kandillerle karşılaşılır. Tapınaklara adanan kandiller bir Tanrı ya da Tanrıçaya adanmıştır. Bunlar daha çok insanların Tanrılarına şükranlarını sunması için adanan kandillerdir.
Mezarlarda adak kandilleri dışında hediye olarak bırakılmış kandillerle fonksiyonel kandiller de vardır. Bu kandiller, ölünün öbür dünyada kullanılması inancıyla bırakılmış olmalıdırlar. Çünkü ölülerin gittiği öbür dünya, inanışta karanlık bir yerdir. Bir diğer bırakılma nedeni, ölüyü gömüye hazırlayanların ve mezarlara belli zamanlarda yapılan ziyaretlerde ölü yakınlarının kullanması içindir.

Kandiller günümüze yaklaştıkça daha çok dini yapılarda kullanılan aydınlatma aracı olarak ortaya çıkış işlevlerini korumuşlardır.
Antik çağda yaygın olan ve seri üretilen kandiller zamanla endüstri haline gelmiştir. Üretildikleri bölgeden hayvanlar veya gemilerle diğer bölgelere aktarılan kandillerin fiyatları hakkında kesin bilgimiz yok.
En erken kandil kullanımının Erken Paleolitik çağa kadar iner. Bu kandiller taş bir kase biçimindeydi. Ayrıca ilk kandil örnekleri arasında deniz kabukları da sayılabilir.
Dönem ilerledikçe insanlar kendi yaptıkları pişmiş toprak küçük çanakları kandil olarak kullanmışlardır. Bronz çağına gelindiğinde bu çanak şekilli, elde şekillendirilen

Bundan yaklaşık 400–500 yıl sonra kandillerin infundibulum kısımlarına delikler yapıldığı görülür ki bu Arkaik döneme rastlar. Bu deliklerin etrafı da içine konan yağın dışarı taşmaması için yükseltilmiştir. Bu dönemde henüz discus kısımları oluşmamış kandillerin burun kısmı oluşmuş ve burun kısımları gövdeye bitişiktir.
Klasik dönemde eklenen kulp, kandile büyük işlevsellik kazandırarak onun taşınan bir ışık kaynağı olmasında önemli rol oynamıştır. Bu dönemde özellikle stilize bant kulplar kullanılmıştır.

Kandillerin discus kısmının belirginleşmesi Hellenistik devre rastlar. Kandillerde belirginleşen kaide kısmı dikkat çeker. Kandil tiplerinde bölgelere göre çeşitlilik ortaya çıkar. Discus deliği oldukça küçülür.
Roma döneminde, Hellenistik devrin, gövdeden belirgin bir şekilde ayrılan kaide formunun yerini, düzleşmiş ve zemine tam oturan tabanlar almıştır. Roma Dönemi’ne gelindiğinde gövde kısalmış, basık discoid bir görünüm almıştır. Omuz daralmış ve dik bir profille alt gövdeye geçiş başlamıştır.
M.S. 3. yy’daki savaşlardan ötürü kandil endüstrisi zayıflamış ve bu tarihten sonra kandillerin, zaman zaman değişikliğe uğrasalar da kötü taklitleri yapılmıştır.
Hristiyanlığın egemen olduğu Bizans döneminde doğal olarak kandiller üzerinde haç gibi Hristiyanlıkla ilgili betimlemeler yer alır. Roma sanatından olduğu gibi etkilenen Bizans sanatı, onun geleneğini sürdürerek, sanat eserlerine yeni eklentiler yapmışlardır. Kulpların haç şeklini alıp, uzadığı örnekler görülür. Bizans üzerinde egemen güç olan Hristiyanlığın kandiller üzerindeki etkisi de açıkça görülür. Bu dönemde kandillerin kaideleri tekrar yükselmeye başlar.

İslami dünyada büyük ölçüde dini nitelik kazanan kandiller, Tanrının ışığı gibi görülüp önemli ölçüde değer kazanmışlardır. Bu dönemde kandillerin vazo şeklini alıp, boyutları büyür ki bunun nedeni de, cami gibi büyük mekanları aydınlatmada kullanılmaları ve oraya yeterli ışığı sağlamalarını istemektir.
Günümüzde de halen devam eden ve ilk defa M.S. 17. yy’da ortaya çıkan, kandillerle yazılan yazı yani mahya sanatı, dekoratif bir aydınlatma unsuru olup, kandillerin taşınabilir ışık kaynakları olmasının etkisidir.
Kandillerin yüzyıllar boyu bu evrelerden geçmesi, şekil ve işlevinde farklılıkların meydana gelmesinin nedeni, insanoğlunun yenilik ve değişikliğe doyumsuzluğu olarak gösterilebilir. Günümüzde yapılan yeni keşiflerin yanı sıra eskiye bağlılık da devam eder. Bunun, tez konumla ilgili olmasından dolayı da, en güzel örneği, antik çağda kullanılan yağ lambalarının yani kandillerin günümüzde dekoratif amaçlı kullanılması gösterilebilir. Bunlar elektrik kesintisinde devreye girer diye düşünülse de özellikle şehirlerde ışıldak denen pille çalışan aydınlatma araçları kullanılmaktadır. Yağ ve gaz lambaları, bugün elektriğin olmadığı kırsal kesimlerde işlevsel olarak halen kullanılmaktadır.
Yazar:
parkeolog
0
Yorum
12 Ocak 2007
Osman Hamdi Bey kimdir?
Üslup açısından akademik anlayışa bağlı olan ve bir yenilik getirmeyen oryantalist resmin en önemli temsilcilerinden Gerome'un Paris'teki atölyesi, aynı zamanda doğuya ait çok sayıda objenin bulunduğu küçük bir müze gibidir. Ancak Osman Hamdi Bey, içinden çıktığı kültürün gerçeklerini bilmektedir ve resimlerinde hocasının anlayışına karşı çıkan bir yaklaşımı benimseyecektir. 1867'de Paris Dünya Sergisi'nin hazırlık çalışmalarına da katılmış olan Osman Hamdi'nin resim kariyeri ve sanat görüşü büyük ölçüde Paris döneminde biçimlenmiştir.
1869'da Paris'ten ayrılan Osman Hamdi'nin yaptığı arkeolojik kazılar, ülkenin topraklarına ait kültürel değerleri sahiplenme bilinciyle çıkardığı Eski Eserler Kanunu, kurduğu Arkeoloji Müzesi ve güzel sanatlar alanında eğitim veren ilk kurum olan Sanayi-i Nefise Mektebi Alisi ile, bu süreçte bir kültür adamı olarak çok önemli etkinliklere imza atmıştır. Bu yönüyle Türkiye'de arkeolojiyi başlatan ilk kişi olarak da bilinir. Müzenin ve Sanayi-i Nefise(1883)'nin müdürlüklerini de üstlenmiş olan bu çok yönlü kişilik, bir yandan da sanatsal üretimini sürdürmüş, düzenlenen az sayıdaki sergiye de katılmıştır.
1884 yılında eski eserlerin yurt dışına çıkarılmalarını yasaklayan ve o gün için Türk müzeciliği ve eski eserlerin korunması bakımından büyük bir adım olan Asar-ı Atîka Nizamnamesi'ni çıkararak uygulamaya koydu.
Osman Hamdi Bey Nemrud Dağı, Lagina Tapınağı ve Sayda'da kazılar yaptı. Sayda kazısında bulduğu ve arkeoloji dünyasının baş yapıtları kabul edilen, aralarında İskender Lahdi'nin de bulunduğu lahitler ve diğer eserlerin sergilenmesi için, büyük bir ileri görüşlülükle ilk Türk müze binası olan bugünkü İstanbul Arkeoloji Müzesi'nin 1881 yılında temelin attı ve 1891'de hizmete açtı.
Osman Hamdi Bey'in resimleri, bir anlamda batının orientalizmine bir tepkidir. O, kendi içinden çıktığı kültürü tüm gerçekliğiyle ifade etmiştir. Resimlerinin çoğunda vermek istediği bir mesaj vardır.
Osman Hamdi Bey'in bazı eserleri,
Kahve Ocağı (1879), Haremden (1880), İki Müzisyen Kız (1880), Kuran Okuyan Kız (1880), Çarşaflanan Kadınlar (1880), Vazo Yerleştiren Kız (1881), Gebze'den Manzara (1881), Çekik Gözlü Kız-Tevfika (1882), Türbe Ziyaretinde İki Genç Kız 1, Türbe Ziyaretinde iki Genç Kız 2 (1890), Feraceli Kadınlar (1904), Pembe Başlıklı Kız (1904), Kaplumbağa Terbiyecisi (1906), Mimozalı Kadın (1906), Şehzade Türbesinde Derviş (1908), Silah Taciri (1908), Beyaz Entarili Kız (1908), Sarı Kurdeleli Kız (1909) 'dır.
Resimlerinde sık sık, Kandiller, Rahleler, Kuran muhafazaları, Kitaplar, Şamdanlar, Halılar, İşlemeli Örtüler, Silahlar, Ayakkabılar, Hat levhaları, Musiki aletleri, Tenteler, Şemsiyeler, Köpekler, Kuşlar, Lahitler (Türbe iç mekanları), Buhurdanlıklar, Buhur Dumanı, Çiçekler ve Vazolar kullanan ressam olup, yapıtlarında kullandığı insan tipleri şunlardır; kendisi, karısı, ailesi, gebze ve ev halkı. Ayrıca bir tablosunda üç tane figürde de kendisini kullanmıştır.
Sanayileşen Batı'nın Doğu'yu sömürgeleştirmesinin resim sanatına yansıması olan Orientalizm akımının son yıllarında (1860- 1869 döneminde), Paris'te Gerome'un öğrencisi olan Osman Hamdi Bey'in ülkesine döndükten sonra gerçekleştirdiği yapıtlarında Doğu ile Batı'nın, inanç ile aşkın, yaşam ile ölümün ikileminin izleri sürülebilir. Onun yaşamının ve sanatının bir başka belirleyici olgusu, yeni gelişen arkeoloji biliminin Ön Asya'daki en önemli etkinliklerinden birisinin yaratıcısı olmasıdır: İstanbul Arkeoloji Müzesi'nin kuruculuğu ve otuz yıla yaklaşan bir süre onun Müdürlüğü ve sayısız önemli kazının yönetimi gibi. Binlerce yıllık sanat yapıtlarının korunması için harcadığı çabalar, ressamın yaşamın anlamı ve gelip geçiciliğinin hüznünün onun içine işlemesinde etken olmuş olmalıdır.
Kaynakça
GÜREL, H.Nur; "Osman Hamdi Bey ve İkonografisi", Genç Sanat, Şubat 1999.
Yazar:
parkeolog
0
Yorum
Arkeoloji nedir?
Yazar:
parkeolog
0
Yorum